Stres Nedir? Sebepleri, belirtileri nelerdir? Nasıl geçer?
Stres Nedir? Sebepleri, belirtileri nelerdir? Nasıl geçer | Stres sözcüğü nereden geliyor anlamı nedir? Latincede aşırı çekme ve germe anlamına gelen stres sözcüğü, tıp alanında hastalıklar sonucu ortaya çıkan aşırı acı ve ağrıyı anlatmak için de kullanılmıştır.
Hippocrates bu sözcüğü bugünkü stres anlamında kullanmış, doğa gücünün hastalıkları iyileştirmediği durumlarda insanların “distress” içine düştüklerini, aşını acı ve ağrı çektiklerini belirtmiştir. İleride de görüleceği gibi, bu sözcük bugün de üzüntü anlamında kullanılmaktadır.
Stres, aşırı gerginlik,
Hepimiz stresten kurtulmak isteriz ama onun ne olduğunu, nereden geldiğini bilmeyiz! Stres (stress) sözcüğü Latince “estrictia” fiilinden tūretilmiştir.
Sözlüklerde fiil olarak, baskı yapmak, bastırmak, germek, önem vermek, yüklemek, zorlamak; isim olarak, baskı, basınç, gerilim, güç, kuvvet, önlem, şiddet, vurgu, yük, zarar, zor karşılığı olarak kullanılmaktadır.
Çoğunlukla tıp alanında kullanılan bu sözcüğün başka alanlarda ve bilim dallarında da kullanım yerleri vardır.
Tıpta stres,
Tıp alanında stres sözcüğü ilk kez XIX. yüzyılın ikinci yarısında, ünlü Fransız fizyolojist Claude Bernard tarafından kullanılmış ve stres kavramı tanımlanmıştır.
Araştırmacı stresi “Organizmanın dengesini bozan uyaranlar,” olarak tanımlanmıştır.
Ünlü Alman fizyolojisti Pfluger, 1877 yılında stresi “Yaşamın gereksinimlerini doyurmak ve karşılamak için organizmanın zararlı etkenlerden kaçıp korunması” olarak yorumlamıştır.
Stres sözcüğü nereden geliyor anlamı nedir,
Aynı yıllarda Belçikalı fizyolojist Frederica de stresi “Yaşayan organizmanın zararlı etkenlere karşı tepkisi” olarak ele almış, bu tepkinin sonucunda “Organizmanın ya zararlı etkilerden kurtulacağını ya da hastalanacağını” ileri sürmüştür.
Stres alanında sürekli araştırma, çalışma ve yayın yapan Selye, 1950’li yıllarda stresi “Organizmaya zarar veren uyaran” olarak tanımlamış, daha sonra “organizmada zorlama sonucu ortaya çıkan tepki” olarak kabul etmiştir.
Genel uyum ve stres,
1956 yılında “Özgül olmayan genel uyum belirtileri” (nonspecific general adaptation syndrome) üzerinde durmuş ve stresin “Organizmanın zararlı etkenler karşısında hastalık belirtileri göstermesi” olgusunu ileri sürmüştür.
Başta selye olmak üzere stres alanında araştırma ve çalışma yapan tüm araştırmacılar, bu kavrama önce “Organizmaya zarar veren etken”, daha sonra “dış ve iç ortamdan kaynaklanan zararlı etkenlerin organizmada yarattığı değişiklik” olarak yaklaşmışlardır.
Günümüzde ikinci yaklaşım biçimi benimsenmiştir. Selye ile birlikte stresle ilgili araştırma ve çalışma yapan Lazarus, 1960’lı yıllardan 1980’li yıllara dek değişik zamanlarda stresi “İnsanla insanın içinde yaşadığı ortam arasındaki karşılıklı ilişkinin organizmada yarattığı tepki” olarak ele alan çeşitli tanımlar yapmıştır.
Ağır yük altında stres,
Bunların sonuncusunda stresi “organizmanın gereksinimlerinin, organizmanın kaynaklarını aştığında ortaya çıkan durum” olarak değerlendirmiştir.
1974 yılında Hause, stresin “insanın alışılagelen davranış kalıplarının yetersiz kaldığı durumlarda ortaya çıkan tepki” olduğunu söylemiştir.
Dış etkiler sonucu sinirlenen insanın başkalarıyla iletişimi bozulur, iş üretimi düşer. Evde ve iş yerinde sık sık kavga eder. İnsan doğal ortama bilinçli veya bilinçsiz uyum sağlamasına karşılık toplumsal ortama uyum sağlamak için bilinçli ve bilgili olması gerekmektedir. Stres nedir ve toplumsal uyum bozukluğu nelere sebep olur?
Toplumsal uyum ve stres,
Yukarıdaki nedenlerle toplumsal uyum insanın bilgisinin arttığı ölçüde, toplumsal değişmelerden haberdar olduğu ölçüde gerçekleşir. Günlük yaşamda insan sürekli olarak degişen ekonomik ve kültürel koşullara uyum sağlamaya çalışır.
Stres nedir ve toplumsal uyum bozukluğu;
Bunu ba- şarabilmek için türlü yollar, yöntemler arar, çözümler bulmak İçin çaba harcar. Çabaları sonuç vermezse toplumsal uyumu bozulur. Toplumsal uyumu bozulan insanın ruhsal tepkileri değişir. Kaygılı ve kızgın olur. Bu durum birçok bedensel, ruhsal belirti ve yakınmaların ortaya çıkmasına sebep olur.
Uyum bozulursa,
Toplamsal uyumu bozulan insan, baş, ense, sırt ağrılarından yakınır. kan basıncı yükselir, kalp atışları hızlanır, elleri terler ve titrer.
Buraya kadar anlattıklarımın ışığı altında, dış ve iç ortamdan kaynaklanan, doğal ve toplumsal koşulların neden olduğu değişikliğe alışma sürecini “uyum” olarak tanımlayabilirim.
İnsan bu ortamlarda ve koşularda ortaya Çıkan değişikliklere uyum sağladığı sürece
dengesini, düzenini, mutluluğunu, sağlığını korur. Uyum bozukluğu ise, insanın alışageldiği bedensel, ruhsal, toplumsal denge ve dūzenini etkiler.
Denge arayışı,
Yeni bir denge ve düzen gereksinimi ortaya çıkar. insan bu denge ve düzeni sağlayabilmek için bilinçli olarak ya da bilinçli olmadan, yani bilgisi ve istenci içinde ya da dışında çaba harcar. Ki-
mi kez çabasında başarılı olur, eski denge ve düzenine döner.
Kimi kez yeni bir denge ve düzen kurar. Değişik biçimde uyum yapar. Kimi kez de denge ve düzenini kuramaz. Bedensel, ruhsal, toplumsal alanda uyumsuzluk belirtiler ve yakınmaları ortaya çıkar. Görüldüğü gibi, organizma diş ve iç ortamdan kaynaklanan etkenlerle sürekli iletişim-etkileşim durumundadır.
Belirli bir ölçü ve sınırdan sonra bu etkenler organizmanın uyumunu bozar, Uyumun bozulması, organizmanın değişik yapılarını ve işlevlerini etkiler. Onları denge, düzen, uyum arama çabasına zorlar.
Stres sözcüğü nereden geliyor?
Bu duruma tıp dilinde “stres” adı verilir.
Uyumun bozulması sonucu ortaya çıkan zorlanma ve yüklenmeyi anlatabilmek için, kavram olarak “stres” sözcüğünün geçirdiği değişikliklerden kısaca söz edelim.
Eski tip kaynaklarında bugünkü stres sözcüğüne benzer anlamda kullanılan sözcük “distres” distress olup. Latince “distringere” sözcüğünden gelmektedir. Aşırı çekme ve germe anlamına gelen bu sözcük, tıp alanında hastalıklar sonucu ortaya çıkan aşırı acı ve ağrıyı anlatmak için kullanılmıştır.
Stres kavramı ne anlama gelir sorusuna bir çok bilim adamı çeşitli cevaplar vermişlerdir.1976 yılında Mandler, stresi “zararlı etkenlerin yarattığı tehlike işareti” olarak kabul etmiş, daha sonra bu tehlikenin ortaya çıkmasında organizmanın önemli rolü üzerinde durmuştur. Aynı görüşü
1981 yılında Menaghan, Mullan, Lieberman ve Pearlin de paylaşmışlardır.
Strese verilen adlar,
1960 yıllardan günümüze dek stres kavramı, zararlı etkenlere
karşı organizmanın tepkisi olarak kabul edilmiştir. Başka bir deyişle,
stres kavramı, zararlı etken karşısında organizmanın dengesinin, düzeninin, uyumunun bozulduğunu gösteren durumu anlatmak için
kullanılmaktadır.
Örnek olarak, aşırı sıcakta insanın bayılması, kavga sırasında kan basıncının yükselmesi, kalp vurum sayısının artması insanın uyumunu bozar. Stres durumu yaratır. Bu durumdan kurtulmak, yeniden uyum sağlamak için bedensel ve ruhsal çaba gerekir.
Bilim adamları ne demiş,
1981 yılında Menaghan ve Mullan, stresi kısa bir tümceyle özetlemişlerdir: “Stres organizmanın zararlı ortamlara tepkisidir.” Aynı yıl içinde Hause, stres kavramını şöyle tanımlamıştır: “Stres
zararlı ortamla karşılaşan organizmanın bu ortamla başedebilecek güçten yoksun olduğunda ortaya çıkan kötü ve zor bir durumdur.”
1984 yılında Hann’ın tanımina göre stres, “insanın içinde yaşadığı ortamı kötü olarak değerlendirmesi sonucu içine düştüğü durum”dur.
Stres kavramına ilişkin tanımlar alabildiğine çoğaltılabilir. Bütün bu tanımlar gözden geçirildiğinde, stres kavramının “zararlı uyaran”, zararlı uyarana karşı tepki”, “zararlı uyaranla organizma arasında etkileşim” biçiminde ele alındığı görülmektedir. Çoğu tanımda bunların daha geniş kapsamlı ve karmaşık biçimde kullanıldığı dikkati çekmektedir.
Stres kavramı ne anlama gelir?
Stresle ilgili bütün tanımlarda, stresle “tehlikeli”, “zararlı” sözcükleri birlikte kullanılmaktadır. Başka bir deyişle, stres ya organizma için zararlı etkenleri ya da organizmanın zararlı bir durumu-
nu anlatan bir kavramdır.
Kısaca, organizma içinde olumsuz, sağlığı bozan bir durumdur.
Stres ve beden,
Stres sözcüğünün kullanıldığı yerler ve stresle ilgili kaynaklar incelendiğinde, bugün stres kavramının birbirinden farklı iki anlamda kullanıldığını söyleyebilirim.
Stres kavramını organizmaya zarar veren etkenleri anlatmakiçin kullananlar.
-Stres kavramını zarar veren etkenlere karşı organizmada ortaya çıkan olumsuz değişiklikleri ve tepkileri anlatmak için kullananlar.
Günümüzde stres kavramı, birinci anlamda kullanılmaktan çok ikinci anlamında kullanılmaktadır.
Anlamı ne olursa olsun stres aşırı stres organizmamıza zarar verir!
Stres nedir bir hastalık mıdır yoksa günümüz dünyasının karmaşık karmaşasında bir terim mi? Bu soruyu cevaplamak için önce stres neden olur nasıl geçer bunları bir öğrenelim. Stres, yıllardır günlük yaşamımızda en sık kullandığımız sözcüklerden biri oldu.
Başında ağrı, kalp vurumunda artma, kan basıncın-
da yükselme, midesinde yanma, soluğunda daralma, ruhsal bunalım,
endişe, sıkıntı, tedirginlik, uykusuzluk gibi yakınmaları olanlara he-
men strestendir deyip kendimize göre önerilerde bulunuyoruz.
Herkes psikolog,
Bu tür yakınmalarla hekime gidenlerin çoğu da hekimden aynı sözcüğü işitiyor: Strestendir! Bu sözcükle sadece günlük konuşmada ya da hekim hasta ilişkisinde karşılaşmıyoruz. Hastalık dergide, günlük gazetede, radyoda, televizyonda, açık oturumda, konferansta, panelde, seminerde en çok işlenen sağlık konusu stres oluyor.
Stres neden olur nasıl geçer?
Günümüzde hemen bütün ülkelerde, özellikle gelişmiş ve gelişmekte olanlarda insanların bedensel ya da ruhsal birçok yakınmalarının, hastalıklarının nedeni strese bağlanmaktadır. Durmadan çalışan amaçlarına ulaşmak, beklentilerini elde etmek için çabalayan, başarılı olmak için çırpınan insanlar, sürekli gerginlik, kaygı, sıkıntı, kızgınlık ve öfke içinde günlük yaşamlarını sürükleyip görürdüler.
Çalışan stresi,
Çoğunlukla bu tür çalışmalar sonucu ortaya çıkan belirti, yakınma ve hastalıklara “çağımızın hastalığI”, “Çalışan insanın hastalığı, “işadamı hastalığı” adı verilmiştir
Herkes stres sözcüğünde kullandığı duruma ve zamana göre bir anlam veriyor. Stres sözcüğü çalışan insana göre, aşırı çalışma: işadamına göre, işlerin kötü gitmesi; yöneticiye göre çalışanların tembelliği; işçiye göre, patronun baskısı; öğrenciye göre, sınav; ev kadınına göre, evin derlenip toplanması; sporcuya göre, aşırı idmandır.
Bilim adamları bile stres sözcüğünü kendi çalıştığı alana göre, değişik anlamlarda kullanmaktadır. Stres sözcüğü biyokimyacılara göre, kimyasal bir olay; fizyologlara göre, nörofizyolojik değişme; iç hastalıkları uzmanına göre, gerginlik; metabolizma uzmanlarına göre, iç salgı bezlerinin bozukluğu; ruh sağlıkları uzmanına göre, kaygı ve sıkıntıdır.
Stres nedir, neden olur?
Bunlar, insanın uyumunu bozan bir durumdur.
Bu durumun oluşmasında fizyolojik, ruhsal, toplumsal kaynaklı zararlı etmenler rol oynar.
Organizmanın yapıları ve işlevleriyle bu etmenler arasındaki iletişim etkileşim stres belirtilerine ve yakınmalarına yol açar,
Stresle baş edebilmenin bedensel, ruhsal, toplumsal yolları yön temleri vardır.
Stres zorlama uyun çöküntü ve yozlaşma.Değişim ve evrim kuramlarının türlerinin aslı ve doğal ayıklama ya ilişkin yönleri tartışma konusu olsa bile, doğal ve toplum ortamının
ve bu ortam içinde yaşayan canlıların her an değiştiğini görmezden gelmek olanaksızdır.
Çöküntü ve yozlaşma,
Bu değişim evrim ve gelişme yönünde olduğu gibi, çöküntü ve yozlaşma yönünde de olabilir. Değişmenin yönünü saptayacak olan, değişmeyi sağlayan güçler arasındaki çatışmadır.
İçinde yaşadığı ortama uyum sağlayan canlı, denge ve düzen için de yaşamını sürdürür. Dengeyi, düzeni, uyumu sürdürmek, surekli devim (hareket) sonucu gerçekleşir.
Stres zorlama uyum çöküntü ve yozlaşma,
Durgunluk (atalet) eski çağlardan beri devimin özel bir durumu olarak kabul edilmiştir. Bu düşünce biçimi ve bundan esinlenen tüm kuramlar sadece canlıların değil, taş, toprak gibi nesnelerin de sürekli devim durumunda olduklarını ortaya atmıştır.
Böylece atom kavramı gelişmiş, her atom çekirdeğinin çevresinde durmadan dönen elektronlar bulunmuştur.
Durgunluk,
Antik çağdan günümüze dek ortaya atılan dinamizm kurumlar ve öğretileri, maddelerin kendiliğinden devimsel (hareketli) olduğu görüşünü ileri sürmüştür. Bu kuramlara ve öğretilere göre, devim varlıkların özüdür.
Canlılarda ve cansızlarda devimi sağlayan, birbirinden ayrılmayan, ancak birbiriyle çatışan, çelişen, birbirinin karşıtı olan güçler vardır.
Doğada doğumla ölümün, gündüzle gecenin, aydınlıkla karanlığın, sıcakla soğuğun, yazla kışın karşıtlığı, tarih boyunca tüm insanların dikkatini çekmiştir.
Bu karşıtlık dinlere, Tanrı’yla şeytanın, sevapla günahın, cennetle cehennemin çatışması olarak yansımıştır.
Ahlak ve felsefe,
Ahlakta ve felsefede doğruyla yanlışın, estetikle ve sanatta güzelle çirkinin, toplumda iyiyle kötünün çatışması biçiminde yer alır. İnsanda ise “ben”le “ben olmayan”ın çatışması olarak sürmektedir.
Sonuç olarak uyum durağan olmayan, sürekli devim durumunda bulunan karşıt güçlerin denge ve düzeniyle saĞlanır. Başka bir deyişle, uyum karşıt güçlerin dengeleşimidir.
Organizmanın kendisini kollamasını, korumasını, varlığını sürdürmesini sağlayan doğal düzenlemeye dengeleşim (homeostasis) denir.
Bu kavram, bu anlamda ilk kez 1939 yılında ünlü fizyoloji bilgini Cannon tarafından kullanılmıştır.
“Homeostasis” birleşik bir sözcük olup kökü eski Yunanca olan “homolos” aynı, benzer; “stasis” durum, hal sözcüklerinden oluşmuştur; “aynı durum”, “benzer hal” anlamına gelir,
Başta Cannon olmak üzere hemen bütün fizyolojistler dengeleşim (homeostasis) kavra
mını şöyle tanımlamışlardır: “Organizmanın durumunun değişmesini engellemeye, önlemeye çalışan tüm fizyolojik işlevlerin oluşturduğu bir süreçtir”.
Dengeleşim, düzeni sürdüren güç ya da organizmanın durumunun, dengesinin, düzeninin değişmesine karşı gelen güç olarak da tanımlanmıştır.Stres zorlama uyum ve dengeleşim birbirinin parçalarıdır.
Stres zorlama uyum ve dengeleşim;
insan her an dış ve iç ortamdan uyaran, ileti alır. Her uyaran, ile dengeleşimi değiştirir, insan değişen dengeleşimi eski durumuna getirmek, uyumu sürdürmek için çaba harcar. Harcanan çaba yetersiz kalırsa uyum bozulur.
Uyumu bozanlar,
Uyumu bozan etkenler organizmayı zor durumda bırakır. Organizmayı taşıyabileceğinden fazla yükler, Bu durumda kalan organizmada, fazta esya konmuş bir odanın tahta döşemesi gibi esner, gerilir, gıcırdar, her an çökecek gibi olur. Aşırı yüklenmiş bir kamyon gibi, hafif bir yokuşta durup kalır.
Gerek doğal, gerekse ruhsal ve toplumsal uyumu bozan etkenter insanın dış ya da iç dünyasından kaynaklanabilir. Başka bir deyişle, bu etkenler insanın dışında bulunan doğal ve toplumsal ya da içinde bulunan fizyolojik ve ruhsal ortamdan gelir.
Ortama uyum,
Hava sıcaklığının artması, nem oranının yükselmesi, gürültü, insanın dışında bulunan doğal ortamdan kaynaklanan etkenlerdir.
Bunlar belirli bir ölçünün üzerinde insana zarar verir, işyerinde aşırı çalışma, sınava hazırlanma, ev içinde iletişim bozukluğu, insanın dışında bulunan toplumsal ortamdan kaynaklanan etkenlerdir.
Bu etkenlerin şiddetinin artması, süresinin uzaması türlü bedensel ve ruhsal hastalıklara yol açabilir, hormon dengesinin bozulması, insanın iç ortamından kaynaklanan fizyolojik kaygı, öfke, sıkıntı da aynı ortamdan kaynaklanan ruhsal etkenlerdir.
Görülüyor ki, insanın içinde yaşadığı dış ortamdan ve insanın içinde bulunan iç ortamdan kaynaklanan türlü etkenler, organizmanın uyumunu bozmakta, organizmada yeni bir uyum çabasının ortaya çıkmasına yol açmaktadır.
Tüm canlılara uyum,
Canlı organizma yeni uyumu sağlamak ve sürdürmek için yapılarından kaynaklanan tüm işlevleri kullanır. Bu insanın bilinci ve bilgisi dışında, kendi başlarına uyumu sürdürürler.
Örneğin, insan içinde bulunduğu doğal ortamın ısısı yükseldikçe, terler, düştükçe büzülür, titrer, üşür.
İnsan bilinçli olarak, aklını kullanarak da doğal ortama uyum sağlamaya çalışır. Havalar soğudukça kalın ve sıkı giyinir, kalorifer, soba yakar: Sıcakta ince giyinir ve gölgede oturur.
Stresi anlamak,
İnsan doğal ortama uyum sağlayamazsa, bedensel ve ruhsal belirtiler, yakınmalar ortaya çıkar. Bunlar insanın toplumsal uyumunu da bozar. Örneğin, sıcak ve nemli havada ya da lodosta migreni tutan, halsiz, yorgun olan, kolay kızan, sinirlenen bir insanın başkalarıyla iletişimi bozulur.
Stresin ne demek olduğunu anladıktan sonra şimdi sıra stres ve zorlanmayı yaratan etkenler nelerdir sorusunu cevaplamaya geldi. Ilık ve az nemli bahar havası insana huzur ve rahatlık verir. Isı ve nem oranı yükseldikçe insanın bedensel gücü azalır. Hareketleri zorlaşır.
Çabası, ilgisi, isteği kaybolur. Havadaki ısı ve nem oranı daha fazla yükselirse bitkinlik, halsiz-
lik, yorgunluk artar. Ruhsal yaşantı bozulur. Endişe ve korkudan paniğe kadar varan türlü ruhsal belirtiler ortaya çıkar. Sonunda bedensel ve ruhsal çöküntü olur.
Stres ve zorlanmayı yaratan etkenler nelerdir?
Çevre ve hava kirlenmesi yapan tozlar ve kimyasal maddeler organizma için zararlı etkendir. Bu tür maddelerin çok düşük oranları bile organizmayı olumsuz biçimde etkiler. Oran yükseldikçe zararlı etken olma özelliği artar.
insanın kirden, pislikten, mikroptan korunması, temizliğine özen göstermesi sağlığını koruması için gereklidir. Ancak bu tür korkuların şiddetinin artması, süresinin uzaması insanın kaygılı, endişeli, sıkıntılı bir yaşam sürmesine yol açar. Böylece belirli ölçüler içinde koruyucu etkisi olan korku, bu ölçülerin dışında insan için ruhsal kaynaklı zararlı etkene dönüşür.
İnsanın bedensel, ruhsal ve toplumsal uyumunu bozar. Hastalıklara yol açar.
Toplumsal uyumun bozulması,
Birden bire ortaya çıkan, beklenmeyen, umulmayan duygulanım değişiklikleri ve coşkular da ruhsal kaynaklı zararlı etken olabilir. İnsan amaçlarına ulaşmak, başarılı olmak, saygınlık kazanmak
için çalışır. Başkalarıyla yarışır. Onları geçmek, önde bulunmak, Üstün olmak için çaba harcar. Bu çabaların şiddeti artar, süresi uzarsa insanın endişesi, kaygısı, sıkıntısı da artar. Böylece toplumsal kaynaklı güdüler, toplumsal kaynaklı zararlı etkene dönüşür.
Bir ülkenin ekonomik, politik, sosyal yapısında birden bire orta ya çıkan değişiklikler; ihtilaller, savaşlar, terör olayları, korona gibi virüs salgınları hemen bütün insanlar için toplumsal kaynaklı zararlı etkendir. İnsanları korkutur, yıldırır ve bezdirir.
İnsanların tüm yaşamını, uyumunu altüst eder. Görülüyor ki, insan bütün yaşamında zararlı etken niteliği alan ya da doğrudan doğruya zararlı etken olan fizyolojik, ruhsal, toplum
sal iletilerle sürekli iletişim etkileşim durumundadır.
Stres zorlanma ve kişilik etkisi nedir? Kişiliğin tüm katmanlarında zorlanmaya yatkın öğeler, özellikle bulunmaktadır. Kişilik bu katmanların birleşip bütünleşmesi sonucu oluştuğuna göre, söz konusu öğelerin de birleşip bütünleşmesi zorlanmaya yatkın kişilik yapısını oluşturur.
Katılımdan bilişsel işlevlere dek yatkınlık öğelerini toplarsak şöyle bir kişilikle karşılaşırız:
Sürekli kaygı düzeyinin yüksek olması.
– Kaygı, kızgınlık gibi elem doğrultusunda artmış kaygı durumu.
– Sürekli bastırılan denetlenen, engellenen, ertelenen duygu ve
düşünceler.
– Başkalarına ve kendisine güvensizlik.
– Sürekli olarak eksiksiz, kusursuz, tam ve yetkin gözükme ça-
bası.
– Saplantılı ve takınaklı düşünceler ve bunları eyleme dönüştür-
me girişimi.
– Aşırı, sonu gelmeyen, bitmez tükenmez amaçlar, beklentiler,
istekler.
– Bulunduğu konumu değiştirme çabası.
İlkelere, kurallara bağımlılık, hatta bunların tutsağı olma. Çalışma ve çabayı yeterli bulamama. Yaratıcı olmama, yarattıklarından mutluluk duymama.
– Aşırı çaba ve çalışma eğilimi.
Stres zorlanma ve kişilik etkisi;
Zorlanmaya yatkın kişilik yapısı olanlarda aşırı baskı yapan bir üst benzerlik söz konusudur. Üst benliğin bu aşırı denetimi ve engelleyici baskısı, güdülerin çatışma ve çelişmesinden kaynaklanan enerjinin biçim ve yol değiştirmesine neden olur.
Böylece saplantılı, takıntılı tipler ortaya çıkar. Yapılan araştırmalar yüklenme ve zorlanmaya yatkın insanların çoğunlukla saplantılı, takınaklı düşünceleri olanlar arasında bulunduğunu göstermiştir.
Başka bir deyişle, zorlanmaya yatkın olanlarda obsessif-kompulsif nevrozu andıran kişilik yapısı söz konusudur. Bu tiplerde yapılan kişilik testleri de bu görüşü doğrulamıştır.
Zorlayıcı etkenler,
Zararlı, zorlayıcı etkenlerden kolay etkilenen insanların çevrelerinde bulunan kişiler, nesneler ve olaylarla bağlantı kurmaları zordur. Öte yandan bu tip insanlar, insanlar arası ilişkilerinde, kendi koydukları ilke ve kurallara sıkı sıkıya bağlı davranış ve tutumu benimsemişlerdir. Esnek ve hoşgörülü bir tavır göstermezler.
Bunlar, insanların tüm yaşamını, uyumunu altüst eder. Görülüyor ki, insan bütün yaşamında zararlı etken niteliği alan ya da doğrudan doğruya zararlı etken olan fizyolojik, ruhsal, toplum
sal iletilerle sürekli iletişim etkileşim durumundadır. Kişilik etkisi, strese yatkın insanlarda çok daha kolay tedavi imkanı veya tam tersi bir durum yaratabilir.
Stres zorlama ve stresli insan tipleri konusunda ilk önce A tipini inceliyoruz. Stres ve zorlanmaya ilgili bedensel ve ruhsal hastalıklara en açık ve yatkın olan A tipinin özellikleri üzerinde kısaca duralım.
A tipinde olan insanlar başkalarıyla, nesnelerle, olaylarla kendi saplantı ve takıntıları doğrultusunda ilişki kurarlar. “Benmerkezli” iletişim biçimleri kişiliklerinin temelini oluşturur. “Bildiğini okur”, “bildiğinden şaşmaz”, “bildiğini yapar”, “kafasınin dikine gider” deyimlerine uygun biçimde davranırlar.
Dik başlılık,
Bir konuyu, sorunu başkalarına danışmaktan, onlarla konuşup tartışmaktan hoşlanmazlar. Duygularını, düşüncelerini açıklamaktan kaçınırlar. Yaptıkları işi ciddiye alırlar. Başladıkları işi sonlandırmaya çalışırlar. Ancak aynı anda birçok işe birden giriştiklerinden, çalışma güçleri, çabaları dağılır.
Başta çalışma ve iş olmak üzere her alanda, her konuda ayrıntılı düşünüp eksiksiz, hatasız davranmak isterler. Bu yüzden kimi kez ana konuyu kaybedip, ayrıntılar üzerinde boş yere çaba ve zaman harcarlar. Verdikleri sözü tutmaya çalışırlar. Ama kimi kez aynı anda birkaç işi birden yapmak istediklerinden, bunu başaramazlar. Başkalarını bekletir, kendileri beklemekten hoşlanmazlar.
Stres zorlama ve stresli insan tipleri,
Hızlı, öfkeli ve geveze,
Coşkulu, jestli, mimikli ve çok konuşurlar. Başkalarını dinlemekten hoşlanmazlar. Onların sözünü kesip konuşmayı kendileri tamamarlar, Hızlı hareket ederler. Yemeleri, yürümeleri, araba kullanmaları bile bir yere yetişecekmiş gibi çabuktur. Her zaman aceleci davranırlar. Sabırsızdırlar. Zamanla yarışırlar. Sorumluluklarının sınırlarını belirleyemezler.
Yaptıkları her işte, hatta eğlencede, gezmedeyan uğraşlarda bile başkalarıyla yarışmak, onları geçmek, yemek, üstünlüklerini kanıtlamak isterler. Başarılarını sayısal, somut kazançlarla
değerlendirirler. Yaptıkları işlerden başkalarından övgü beklerler.
B tipi insanlar,
B tipinde olan insanlar “yumuşak başlı” dır. Başkalarıyla, nesnelerle, olaylarla kolay iletişim kurarlar. Başkalarıyla konuşup tartışırlar. Duygularını düşüncelerini açık seçik ortaya koyarlar. Planlı, programlı çalışırlar. Başladıkları işi sonlandırmadan başka işe girişmezler.
Her alanda başarılı ve becerikli olmadıklarını kabul ederler. Sabırlı ve hoşgörülüdürler. Sakin, yavaş ve yumuşak bir ses tonuyla konuşurlar. Konuşurken sözcükleri, cümleleri özenle seçerler.
Başkalarını dinlemeye, anlamaya çalışırlar. Yavaş, ölçülü hareket ederler.
Yarışmaktan, her alanda üstün olmaktan, üstün yanlarını belirtmekten hoşlanmazlar. Yaptıkları işin önce kendilerini memnun ve mutlu kılmasını beklerler. Aynı zamanda da başarılarının hem kendilerine, hem arkadaşlarına huzur, mutluluk ve rahatlık vermesini isterler.
zamanla yarışmazlar. Kendilerine zaman sınırlaması koymazlar. Zamanı iyi kullanırlar. Sorumluluklarının sınırlarını iyi belirlerler.
C Tipi insanlar,
C Tipi ise, A ve B tipleri arasında yer alır. Bu iki tipe ilişkin özelliklerin bir bölümünü içerir.
İnsanın ruhsal yaşamı, birbirinden ayrı olan ama birbirini tamamlayan iki alandan oluşur. Bunlar duygulanım ve bilisel işlevlerdir (bilinç, dikkat, algi, bellek, düşünme gibi bilgiyle ilgili işlevler) ve ruhsal yanımız stres zorlanma endişe ve kaygı faktörlerini de barındırır.
Duygulanım iç ve dış ortamdan gelen iletilerin, duygu alanındaki ruhsal yaşantIda yarattığı değişmelerin, etkilerin, tepkilerin bütünüdür, İletilerin hoşa gitmesi haz, hoşa gitmemesi elem doğrultusunda değişme ve etki yaratır, iz bırakır.
Stres zorlanma endişe ve kaygı,
Duygulanımın şiddeti arttıkça, duygular yoğunlaştıkça, coşku (heyecan) denilen durum ortaya çıkar. Sevgi, sevinç, neşe, umut, keyif durumu, esrime, aşırı coşkunluk, haz kapsamı içinde yer alan duygulanım ve coşku durumlarıdır. Elem doğrultusunda yer alan duygulanım ve coşku durumlar da söyle sıralanabilir: Acı, acıma, kaygı, kıskançlık, korku, baskı, endişe ve sıkışma durumu, manevi elem, öfke, köpürme, aşırı coşku ve tedirginlik, aşırı sinir duyarlılığı.
Sinir ve keskin sirke,
Zorlanmada elem doğrultusunda duygulanım ve coşku durumları ortaya çıkar, zorlanmayla ilgili olan duygulanım ve coşku durumları, kaygı (anxiety), öfke ve baskı, sıkışma (angoisse) olarak sıralanabilir.
Ruh bilim ve tıp alanında kaygıyla zorlanma arasındaki ilişkiyi inceleyen ilk araştırmalar 1970’li yılların başlarında yapılmış, sonlarına doğru bu tür araştırmaların sayısı çığ gibi artmıştır.
Kaygıyı ve kaygıyla zorlanma arasındaki ilişkiyi anlatmadan önce, bu konuları içeren araştırmalarda, çalışmalarda, yazılarda çok rastlanan kavram karışıklığının üzerinde durmak istiyorum. Bu kavram karşılığı kaygının zorlanmayla eş anlamda kullanılmasından; kimi yerde
kaygı yerine zorlanma, kimi yerde zorlanma yerine kaygı kavramın yer verilmesinden kaynaklanmaktadır.
Kaygı ve stres araştırmaları,
Birçok araştırmacı gibi, biz de bu iki kavramı birbirinden ayıran kesin sınırları çizdik ve her iki kavramın tanımlarını ayrı aynı verdik. Buna göre kaygı, elem doğrultusunda bir duygulanım durumudur.
Bu duygulanım durumuyla zorlanma arasındaki ilişki iki biçimde değişik alanlarında, yapılarında, işlevlerinde zorlanma yaratır. Ruhsal alanda ortaya çıkan zorlanma belirtisi ya da tepkisi, kaygı düzeyinin yükselmesidir. Zorlanma yaratan zararlı etkenin niceliğine ve niteliğine göre kaygı seviyesi yükselir.
Stres yaratan olguların niteliğine ve niceliğine göre, gerilim düzeyi,stres kaynakları endişe ve kaygı doğrudan doğruya ya da dolaylı olarak yükselir.
Toplumsal kaynaklı zararlı etken önce ruhsal alanda kaygı düzeyini yükseltir. Kaygı düzeyinin yükselmesi organizmanın öteki alanlarına, yapılarına, işlevlerine yansır. Kan basıncı yükselir, kalp vurum sayısı artar, iç salgı bezlerinin işlevi aksar.
Fizyolojik kaynaklı zararlı etken ise, önce organizmanın bitkisel sinir sistemi, iç salgi bezleri, kim-
yasal ileticiler, bağışıklık sistemi gibi yapılarını, işlevlerini etkiler ve organizmayı zorlar.
Zorlama ve beden,
Bu zorlanma ruhsal alana kaygı düzeyinin yükselmesiyle yansır. Öte yandan kaygı düzeyinin yükselmesi, ruhsal kaynaklı zararlı etken olarak değerlendirilir.
Görülüyor ki, kaygı düzeyinin yükselmesi zorlanma sonucu ruhsal alanda ortaya çıkan bir tepki olup, aynı zamanda ruhsal kaynaklı zararlı etken olarak da rol oynamaktadır.
Stres kaynakları endişe ve kaygı,
Birçok düşünür ve yazar XX. yüzyıla, özellikle bu yüzyılın ikinci yarısına “Kaygı Çağı” (Age of Anxiety) adını vermiştir. May, Levvis’in kaygıya ilişkin olarak saydığı özellikleri bir cümlede
toplamıştır: “Kaygı, tehlikeyle karşılaşan insanın beceriksizlik ve çaresizlik duygusudur.”
Spielberger 1972’de kaygı kavramının aşağıdaki özelliklerini ta-
nımlamıştır:
– Kaygı geleceğe yönelik endişe durumudur.
– Hoş olmayan bir duygulanım durumudur.
– Bu duygulanım durumunun duyumsanması insana elem verir.
Bitkisel sinir sisteminde gerginlik yaratır.
Görülüyor ki, tüm ruh bilim öğretileri kaygı kavramını birbirinden
farklı biçimde tanımlayıp yorumlamıştır. Özetlenirse, ruh bilim açısın-
dan kaygı; dürtü, içgüdü, güdü, güdülenme, nitelik, tepki, uyaran ola-
rak kabul edilmiştir.
Spielberger öteki araştırmacılardan farklı olarak iki tip kaygı tanımlamıştır:
– Durumluk kaygı (State anxiety) (A-State) (Acute anxiety)
– Sürekli kaygı (Trait anxiety) (Chronic anxiety)
Spielberger durumluk ve sürekli kaygı tiplerinin özelliklerini şöy-
le toplamıştır:
-Bu tip kaygı, insanın içinde bulunduğu durumu tehdit eden, tehlike yaratan biçiminde algılamasından, yorumlamasından kaynaklaBu durum elem veren, hoş olmayan bir duygulanım durumu yaratır.
Bu duygulanım durumu algılanır, anlaşılır, duyumsanır.
Bu süreç içinde bilinç açık, haberdar ve uyanıktır.
Endişenin ve beraberinde, korku kaygı zorlama ve stresin etkileri aşağıdaki gibi özetleyebiliriz.Bitkisel sinir sistemi işlevinde değişmeler olduğunu gösteren
belirtiler ortaya çıkar.
Sürekli kaygı durumunda;
– Bu kaygı tipi, durumluk kaygıya oranla durağan ve süreklidir.
– Bu tip kaygının şiddeti ve süresi kişilik yapısına göre değişir.
– Kişilik yapısının kaygıya yatkın olması, sürekli kaygı düzeyini etkiler.
– insanların sürekli kaygı düzeylerinin birbirinden farklı olması, tehdit eden, tehlikeli durumun algılanmasını, anlaşılmasını, yorumlanmasını, tek sözcükle değerlendirilmesini değiştirir.
– Sürekli kaygı düzeyindeki bu değişiklik, durumluk kaygı düzeyini de değiştirir.
Korku kaygı zorlama ve stresin etkileri,
Spielberger ve onu izleyenler, durumluk ve sürekli kaygı durumu arasında durmaksızın süren iletişim ve etkileşim olduğunu doğrulamışlardır. Sürekli kaygı düzeyinin yüksek olması, durumluk kaygı düzeyini yükseltir. Durumluk kaygı düzeyinin yükselmesi ve süresinin
uzaması da, sürekli kaygı düzeyini yükseltir.
Durumluk ve sürekli kaygılar,
Zorlanmanın etkisi kişilik yapılarına göre değişir. Kaygının oluşmasında ve düzeyinin değişmesinde kişilik katmanları rol oynar. Kalıtımla aktarılan özellikler, cinsiyet, beden yapısı, mizaç, duygu durumu, zeka, benlik, toplumsal rol ve yer, karakter, yaratıcılık gibi kişilik katman-
larının her birinde ayrı ayrı ortaya çıkan kaygı düzeylerinin toplamı, durumluk kaygı düzeyini oluşturur.
İnsanların doğal ve toplumsal ortamla bağlantısı, iletişimi, etkileşimi sürekli kaygı düzeyinin yarattığı duygulanım ve buna bağlı zihinsel işlevlerle sürdürülür. Bu ortamlardan gelen iletilerin, uyaranların, ruhsal, toplumsal zararlı etken olarak değerlendirilmesi, sūrekli kaygı düzeyine bağlıdır.
Öte yandan dış ortamdan gelen iletilerin, uyaranların, zararlı etkenlerin yarattığı anlık
kaygı düzeyi de kişilik yapısıyla bağlantılıdır. Örnek olarak, hava koşullan bitkisel sinir sistemi yoluyla insanı etkiler. Bu sistemin kişilik katmanlarıyla iletişimi ve etkileşimi, bir yandan sıcağa ya da soğuğa karşı bedensel tepkiler oluştururken, öte yandan hava koşullarına bağlı
olarak duygulanım alanında kaygı yaratır.
Çevrenin etkisi,
İnsanda durumluk ve sürekli kaygı düzeyinin ölçülmesi, zorlanma yaratan zararlı etkenler karşısında organizmanın durumuna ilişkin bilgi edinmemizi sağlar. Ancak bugüne dek kaygının düzeyini nesnel olarak ölçebilecek geçerli ve yeterli yöntemler bulunamamıştır.
Günümüzde kullanılan yöntemlerin başında, dehşet ve korku filmleri izleyen deneklerin gözlenmesi ve incelenmesi yer alır. Ancak bu durum yapay olduğundan, denekler kaygı ve korku veren durumlar yaşayacaklarını bildiklerinden, ölçüm gerçekçi olamaz.
Bu sakıncayı ortadan kaldırmak için, paraşûtle atlayan, sınav kapısında bekleyen insanlar denek olarak alınmıştır.
Stres zorlama ve kaygısal gelecek korkusu, ölüm ve yok olma korkusunun yarattığı sorumluluk ve
sürekli kaygı düzeyi, insana elem veren duygulanım durumları olduğundan, insanı mutsuz kılar.
Mutluluk, insana haz veren neşe, sevinç gibi duyguların yaşanması ya da umut gibi bir duygulanım durumunun beklenmesinden kaynaklanır, insanı kimi kez günlük yaşamdaki
neşe ve sevinç, kimi kez gelecekteki umut mutlu eder.
Mutlulu ve kaygı,
Çoğu kez de gelecekteki umut, günlük yaşamdaki neşe ve sevinçten daha güçlü ve sürekli bir mutluluk verir insana. insan, içinde bulunduğu, yaşadığı toplumsal ortamda başkalarından ilgi, sevgi, saygı bekler. Kendisine güvenmek, kişiliğine saygı duymak ister.
Kendisini gerçekleştirmek, varlamak için çaba harcar. Böylece amaçlarına beklentilerine, isteklerine erişmeyi tasarlar. Bunlara erişir ya da erişemez. Bunlara erişmeyi tasarladığı sürece mutluluğu oluşturan neşe ve sevinç gibi duygulanım durumları, şimdiki zamandan kaynaklanır. Umut gelecek zamana ilişkin tasarıların şimdiki zamanda yarattığı haz, neşe ve sevinçtir.
Stres zorlama ve kaygısal gelecek korkusu,
İnsan amaçlarına, beklentilerini, isteklerine erişemedikçe, gelecekten umudunu kestikçe mutsuz olur. Mutsuzluk da gelecek korkusunu artırır, kaygı düzeyini yükseltir, zorlanma olasılığını çoğaltır. Günlük yaşamında mutsuz olan, zorlanan, karamsar ve kötümser bir insan, geçmişi eksik, hatalı, kötü biçimde yorumlamaya başlar.
Yaşadığı anı da bu yorumlamanın yarattığı kaygıyla değerlendirir. Bu olumsuz değerlendirme, durumluk kaygı düzeyini yükseltir, zorlanmayı artırır. Örnek olarak, çalıştığı işte başarılı olamayan insan, “keşke başka bir meslek seçmiş olsaydım” diye pişmanlık duydukça, günlük çalışmasını başarılı biçimde sürdüremez.
Umut ve pişmanlıklar,
Bu başarısızlık durumluk kaygı düzeyini yükseltir. Durumluk kaygı düzeyi yükseldikçe gelecek korkusu artar. Geçmiş daha kötü ve olumsuz yorumlanır. Bu durumun sürmesi ruhsal çöküntüye yol açabilir.
Zaman kişilik yapısı ve toplumsal ortamın amaç ve beklentilerine göre de zorlayıcı etken niteliği alabilir. İnsanın zamanı değerlendirmesi öncelikle duygulanım durumuyla bağlantılıdır.
Mutlu insan
zamanın nasıl akıp geçtiğini anlamaz. Mutsuz insan zamanın yavaş ve zor geçtiğinden yakınır.
Duygulanım durumuyla zaman arasındaki bu görece bağlantı dışında, amaçlara, beklentilere, isteklere erişmek için gösterilen çabayla zaman arasında da bağlantı vardır.
Günlük işini bitirmek isteyen memur; toplantılara yetişmek isteyen yönetici; Sınava hazırlanan öğrenci; akıp giden zamanla çabaları arasındaki çatışmayı yaşarlar.
Zaman mutluluğa göre görecelidir.
Başka bir deyişle, zaman bütün davranışları zorlanmaya dönüştüren zararlı bir etken olabilir. Zamanın bu niteliği üzerinde ilk duran, 1968 yılında Hosach olmuştur. Araştırmacı zorlanmayı
zaman içinde yer alan ve gelişen bir süreç olarak yorumlamış, zamanın sınırıyla zorlanma arasında bağlantı olduğunu belirtmiştir.
Ruhsal ve toplumsal tüm zararlı etkenler önce bilişsel (cognitiv) düzeyde çatışma (conflict) yaratır. Stres zorlama ve zihinsel işlevler, bilişsel düzeydeki bu çatışmaya, bilişsel zorlanma (cognitive stress) adı verilir.
Bilişsel yüklenme ve zorlanmanın düşünce ve karar verme sürecinde ortaya çıktığını, insanın bilgi birikimi ve bu bilginin kullanımı sırasındaki bilişsel işlevlerin niteliğiyle, engel aşma, sorun çözme yeteneği arasındaki bağlantıdan kaynaklandığını hatırlatmayı yararlı görüyorum.
Stres zorlama ve zihinsel işlevler,
Ruhsal ve toplumsal nitelikli tüm zararlı etkenler önce bilişsel işlevleri etkiler. Bu etki bilişsel işlevlerin her birinde, birbirinden farklı değişikliklere yol açar. Bu değişikliklerin tümü özellikle düşünme ve karar verme sürecine yansır.
Sonuçta zarar veren etkene karşı cevap, tepki oluşur. Bu cevabın oluşmasında düşünme ve karar verme süreci içinde yer alan aşağıdaki işlevler önemli rol oynar:
Zihinsel oyunlar,
-Bellekte depolanıp saklanan bilginin davranış kalıplarının niceliği ve niteliği.
– Düşünme ve karar verme süreci içinde bilginin, davranış kalıplarının kullanılış biçimi.
Kişinin bilgisini, deneyimlerini ve görgüsünü değerlendirme biçimi.
– Kişinin engel aşma ve sorun çözme yeteneği.
Bilişsel işlevler sonucu, düşünme ve karar verme sürecinde zararlı, zorlayıcı olarak değerlendirilen ruhsal toplumsal etmenler bilişsel düzeyde yüklenme zorlanma yaratır.
Daha önce belirttiğim gibi, buna bilişsel yüklenme zorlanma (cognitive stress) adı verilir. Bu
stres bilişsel düzeyde çatışma (conflict) yaratır.
Ruhsal toplumsal zararlı, zorlayıcı etmenlerin tümü önce bilişsel yüklenme zorlanmaya, bunun sonucunda da çatışmaya neden olurlar.
Zihinde çatışma,
Çatışma zarar veren ruhsal toplumsal etmene karşı organizmada oluşan cevabın, tepkinin ortaya çıkmasında rol oynayan tek enerjidir, güçtür.
Çatışma, bitkisel sinir sistemi ve kimyasal ileticiler yoluyla bedensel, biyolojik savunma düzenleri yoluyla ruhsal cevaplara, tepkilere neden olur.
Zihinsel stres,
Bugün, çatışma, zararlı etmenlerle organizmada ortaya çıkan yüklenme, zorlanma durumunda görülen tek bedensel, ruhsal tepkilerin tek ve temel etkeni olarak kabul edilmektedir.
Çatışma kavramı ve çatışmaya bağlı tepkilerin incelenmesi yeni değildir. Çatışma kavramını ilk kez kullanan Socrates bu kavramı itekle mantık arasındaki aykırılık, karşıtlık, uzaklık olarak tanımlamıştır. Socrates’in görüşüne göre: “İstek insanı hazza, zevke sürükler; mantık hazzı, zevki engeller, önler. İstek insanı içkiye çeker, mantık içkiyi yasaklar. İnsanın barış içinde mutlu ve rahat yaşaması mantıklı, ölçülü düşünmesiyle olabilir.”
Davranışı başlatan, açığa çıkaran, anlaşılır kılan, sürdüren ve yönlendiren güce güdü (saik) (motiv) denir. Güdülerin amacı, organizmanın bedensel, ruhsal, toplumsal varlığını korumasını ve
sürdürülmesini sağlamaktır işte burada stres zorlama ve çatışma başlar.
Güdülerin temelinde doğuştan gelen, bedensel, fizyolojik niteliği olan içgüdüler (insiyak) (instinet) ve dürtüler (muharik) (drive) yer alır.
Temel içgüdü,
İç güdülerin başında, beslenme, cinsellik, korunma vardır. Dürtüler, organizmanın ısI, kan pH’1, kan şekeri, oksijen, protein, su, tuz, yağ gibi temel gereksinimlerinin dengesini, düzenini sağlar.
Güdülerin temelinde bulunan, doğuştan gelen, bedensel, fizyolojik niteliği olan, içgüdüler ve dürtüler yanında, sonradan kazanılan, öğrenilen, toplumsal niteliği olan güdüler de vardır. Toplumsal güdüler adını alan bu güdülerin tanınması ve tanımlanması zordur.
Güdülerin renkleri,
Bunlar değişik birimlerde ve renklerde olup, bebeklikten çocukluğa çocukluktan gençliğe, gençlikten erişkinliğe doğru kazanılır, öğrenilir ve pekişirler.
Kısaca toplumsal güdüler insanın bedensel ve ruhsal gelişmesine paralel olarak gelişir ve güçlenirler. Kişiliğin gelişmesine, kişinin toplumsal özellikler edinmesine, toplum içindeki
durumunu, rolünü, yerini almasına düzenlemesine, sürdürmesine yardım ederler. Amaç, beklenti, ilgi, sevgi, güven, saygınlık, kendini gerçekleştirme gibi güdüler, sonradan kazanılan, öğrenilen, toplumal güdüler arasında kabul edilmiştir.
Toplumsal güdüler,
Toplumsal güdülerin bir bölümü bedensel, fizyolojik, doğal güdülerden kaynaklanır. Örnek olarak, beslenme iç güdüsü, toplumsallaşma sürecinde biçim ve renk değiştirir. Çalışmak, güven duymak, saygınlık kazanmak, kendisini gerçekleştirme gibi toplumsal nitelikli güdülere dönüşür.
Cinsel içgüdü, ilgi görmek sevmek, sevilmek,başkaları tarafından beğenilmek, kişiliğe güven duymak, saygınlık kazanmak gibi güdülerle karşımıza çıkar.
Doğal güdü,
Özetle, kuramsal olarak, güdüler, doğal ve toplumsal olarak iki büyük grup içinde toplanabilir. Doğal olanlar, doğuştan gelir, bedensel, fizyolojik nitelikleri vardır. Toplumsal olanlar, toplumsallaşma sürecinde sonradan kazanılır, öğrenilir.
Stres zorlama ve çatışma,
Daha önce de belirttiğimiz gibi, zararlı etkenle karşılaşan, zorlanma altında kalan insan bu durumdan kurtulmak için kaçmak ya da savaşmak gibi davranış kalıplarından birini seçmek ve uygulamak zorunda kalır.
Daha önce de belirttiğimiz gibi, zararlı etkenle karşılaşan, zorlanma altında kalan insan bu durumdan kurtulmak için kaçmak ya da savaşmak gibi davranış kalıplarından birini seçmek ve uygulamak zorunda kalır. Bu da stres zorlama ve savaş tercihi olarak ortaya çıkar. Bilinçli olarak yapılan bu seçim ve karar verme işlevi düşünme sürecinde gerçekleşir.
Karar verme,
Bu süreç de kullanılan davranış kalıplarının altındaki güdülenme ne denli güçlü
ise seçim ve karar verme o denli zor olur. Temelinde güçlü güdülerin bulunduğu davranış kalıplarının seçimi, bunlara ilişkin kararın verilmesi çatışmaya yol açar.
Aç ve parasız olan bir insan, fırındaki ekmeği, bakkaldaki pastırmayı, sucuğu çalmayı düşünür. Ancak böyle davranırsa toplumun kendisine hırsız diyeceğini, suçlayacağını, cezalandıracağını hatırlar. Fırının, bakkalın kapısı önünde durup beslenme içgüdüsünden kaynaklanan “çalma” davranışıyla, toplumsal güdülerden kaynaklanan “saygınlığı” yitirme, “hırsız”, “suçlu” olarak
nitelendirilme davranışından birisini seçmek, karar verme durumunda kalır.
Hangi içgüdü,
Durumunu dakikalarca koruyan aç ve parasız insan ruhsal yaşantısından çatışmanın yarattığı kaygıyı, endişeyi duyumsar. İki ya da daha çok yolun başında bulunan, bunlardan birisini seç-
mek için karar vermesi gereken insanın durumu çatışmayı anlatan iyi örneklerden birisidir.
Seçilen her yolun kendisine özgü kötü ya da iyi yanları olabilir. Yolun biri kısadır, ancak düz değildir, inişli yokuşludur. Öteki uzundur, ancak düzdür.
Öte yandan, yol ayrımında böyle bir seçim yapılırken, yollara ilişkin ön bilginin olmaması karar vermeyi daha da zorlaştırır. Çatışmanın şiddetini artırır.
Yol ayrımı,
Davranış kalıplarının seçimi için gerekli kararın verilmesinde de benzer durum söz konusudur. Burada da yapılması olası davranış için gerekli kalıpların iyi kötü, olumlu, olumsuz yanları karşılaştırılır.
Bu karşılaştırma sonucu yapılan seçimde, alınan kararda, kalıpların altındaki güdüler ne denli güçlü ve şiddetli ise çatışma da o denli güç 10 ve şiddetli olur.
Buna bağlı olarak da durumluk kaygı düzeyi o denli yükselir. Düşünme sürecinde, seçme ve karar verme evresinde, davranış kalıpları arasında dört çeşit çatışma olasılığı vardır.
Yaklaşma-yaklaşma çatışması (Approach-Approach Conflict): Hoşlanılan, haz veren benzer iki davranış kalıbından birisinin seçilmesi zorunlu olduğunda bu tip çatışma ortaya çıkar.
Stres zorlama ve savaş tercihi
Aynı anda hem radyoda, hem televizyonda beğendiği bir programı dinlemek ya da izlemek zorunda kalan bir insanın; hem sevdiģi bir arkadaşa, hem sinemaya gitmeyi düşünen bir gencin; hem eşiyle iyi geçinmek hem de her akşam arkadaşlarıyla oturup biriki kadeh içerek “gam dağıtmak” “kafayı bulmak” isteyen bir kocanın durumu bu tür çatışmaya örnektir.
Kaçma-Kaçma çatışması (Avoidance-Avoldance conflicp) insanın elem veren, hoş olmayan, iki davranış kalıbından birisini seçmesi zorunlu olduğunda bu tip çatışma ve stres zorlama ve kaçma çatışması ortaya çıkar.
Midesinde ülser olan birinin bir yanda ağrı çekmek, öte yandan ameliyat olmak arasında seçim yapması; eşiyle anlaşamayan ve ayrılmayı tasarlayan bir kadının, yaşadığı çevrede dul bir kadının arkasından söylenecekleri, başına gelecekleri düşünmesi; sevmediği yemeği yemek istemeyen ancak annesinin kızıp öfkelenmesinden korkan bir çocuğun durumu bu tür çatışmaya örnektir.
Ağrılar arası seçim,
Günlük yaşantının basit yalın akışı içinde yaklaşma-yaklaşma: kaçma-kaçma çatışmaları çok olmaz. insanların amaçları, beklentileri arttıkça, ekonomik ve kültür düzeyleri yükseldikçe bu tür çatışmalar daha sık ortaya çıkar.
Aynı gün ve saatte iki yere davetli olan insanın gideceği davetin seçimini yapmadan, karar vermede zorluk çeker. Aynı gece “palyaço” operasının galasına, “kökler” oyununun ilk gecesine çağrılı olan yazar operayla oyun arasında seçim yapıp karar verinceye dek sıkılır.
Kaçma-kaçma güdüsü,
Mikroptan ve pislikten korkan aşırı temiz ve titiz ev kadını zararlı olduğunu düşünerek deterjan kullanmaktan kaçınır. Ancak bulaşıklar, çamaşırlar temizlenmedi diye üzülür, Yaklaşma-Kaçma çatışması (Approach-Avoidance Conflict) En sık görülen çatışma tipidir. Kaygı düzeyini yükselten temel etken olup.
Aynı zamanda zorlanmanın ve zorlanmaya bağlı bozukluk ve hastalıkların da temel nedenidir. Bireyin, haz veren, elem veren; hoşa giden, hoşa gitmeyen davranış kalıpları arasında seçim yapma zorunluluğu bu tür çatışmaya yol açar.
Stres zorlama ve kaçma çatışması,
Kuramsal olarak, davranışın amacı, bireyin amaca yakın ya da uzak olması, davranış kalıplarının
gücü, yaklaşma-kaçma biçimindeki kalıpların seçiminde rol oynar. Başka bir deyişle bireyin yaklaşma ya da kaçma biçiminde davranış kalıplarından birini seçmesi, karar vermesi, bu kalıpların içerdiği güdülerin gücũne ve davranışın amacına, bireyin bu amaca yakınlığına, uzaklığına bağlıdır.
Seçimde rol oynayan değişkenler dört grup içinde toplanabilen davranış biçimine yol açar.
Amaca yaklaştıkça, yaklaşma biçimindeki davranış kalıplarının içer digi güdülerin gücü artar. Kaçma biçimindeki davranış kalıplarının içerdiği güdülerin gücü azalır. Yaklaşma kalıplarının seçim olasılığı kolaylaşır.
Amaçtan uzaklaştıkça, kaçma biçimindeki davranış kalıplarının içerdiği güdülerin gücü azalır.
Başarısız geçen bitirme ya da eleme sınavlarının sonuna yaklaştıkça çalışma gücünün azalması, çalışma estetiğinin kaybolması, kalan sınavlara çalışmadan girmek ya da hiç girmemek kaçış içgüdüsü seçimiyle gerçekleşir. Stres zorlama ve yaşamdan kaçış seçimi gibi uzun mesafe koşularında geride kalan koşucular bu tür seçim sonucu yarışı terk ederler.
Baskın güdü,
Kimi kez amacın belirlenmesi, buna göre değişen kaçma ya da yaklaşma biçimindeki davranış kalıplarının içerdiği güdülerin gücüne göre olur. Güçlü güdüyü içeren davranış kalıbı önce kendisine uygun yaklaşma ya da kaçma biçiminde bir amacı belirler. Daha sonra bu ama-
ca uygun davranış kalıbını seçer.
Durumluk kaygı düzeyinin yükselmesi kimi kez kaçmayı (avoidance) sağlayacak ve sürdürecek savunma düzenlerini harekete geçirir. Bu düzenler arasında en sık kullanılanlar: Bastırma (repsession), gerileme (regression), duygu yalıtımı (isolation), düşlem (day dream), yad-
sıma (denial), benleştirme (somatisation), çarpıtma (distortion).
Savunmaya geçme,
Bu tür savunma düzenleri kişilik yapısından kaynaklanan sürekli kaygı düzeyi üzerinde uyum bozukluklarının ortaya çıkmasına yol açar. Bilişsel düzeyde, düşünce sürecinde zorlanmayla baş edemeyen insanlar, söz konusu savunma düzenleriyle zararlı etkenden, etkenlerden kaçıp kurtulmak isterler.
Ancak, kimi insanda kişilik yapısının taşıdığı özellikle bu kaçışı “yaşamdan kaçış”a kadar götürür. Bu tip insanlar kullandıkları savunma düzenleriyle, önce, kendileri için tehlikeli toplumsal ortamdan uzaklaşırlar. Bu ortamla bağlantı, ilişki kurmamak için ruhsal olarak kendi içlerine çekilip kapanırlar.
Yaşamdan kaçış,
Daha sonra bedensel olarak kendi içlerine çekilip kapanırlar. Daha sonra bedensel olarak yaşamdan kaçış yollarını ararlar. Özetle, bu tip insanlar yaşamın bedeli olan zorlanmaya katlanamazlar.zorlanmayla karşılaştıklarında başetme yollarını, yöntemlerini arayacaklarına kaçıp kurtulma yollarını, yöntemlerini yeğlerler.
Bu tip insanların “Benlik”leri gelişmemiş, olgunlaşmamış olup, içgüdülerden, dürtülerden kaynaklanan eğilimleri, istekleri denetleyemez, engelleyemez, erteleyemez. Bu durum “Benlik”le eğilimler, istekler arasında çatışma yaratır.
Benlik çatışması,
Gelişmemiş, olgunlaşmamış “Benlik” bu çatışmalardan kaynaklanan kaygıya karşı olumlu savunma düzenlerini kullanmayı beceremez, Bunlardan bastırma ve gerileme düzenleriyle kurtulmaya çalışır. Bu düzenler insanın kendine dönük, özsever (narsistic) döneme geri dönmesine yol açar
Stres zorlama ve yaşamdan kaçış
Bu döneme geri dönen insan, bu dönemdeki saplantı ve takıntıların etkisiyle bütün ilgi-
sini, kendi “Benliği” ve bedeni üzerinde toplar. Duygusal bağlantılar engellenir. Duygular yalıtılır. Başkalarıyla ilişkiler bozulur, kopar. İnsan duyarsız ve duygusuz duruma gelir.
Benliği olgunlaşmamış kişilerde, stres zorlanma kaçış ve intihara eğilim belirtileri. Gerçekleri çarpıtarak ya da yadsıyarak günlük yaşantının zorluklarından kaçıp amaçlarına, beklentilerine düşlem yoluyla ulaşmaya çalışırlar.
Kaçma savaş!
Böylece, kimi insan bilerek ya da bilmeden toplumdan, kendi ruhsal hatta bedensel yaşamından kaçıp kurtulmak amacına yönelik davranışlar yapar. Toplumdan uzaklaşmayla başlayan bu davranışlar yaşamdan kopmayla, başka bir deyişle intihar ve ölümle noktalanır.
Stres zorlanma sırasında sıklıkla ortaya çıkan sigara, alkol, uyarıcı, uyuşturucu ilaç ve madde bağımlılığı; kumar; iştah azalması ya da artması temelde insanı yavaş yavaş yok olmaya doğru sürükleyen kaçış davranışları arasında yer alır.
Kimi kez bu kaçışlar sırasında, bazen bunların sonucu olarak, kimi kez de başka nedenlerle intiharlar olabilir. Zorlanma sırasında yukarıda söz konusu edilen kaçış davranışını
yapanların dışa yansıyan kişilik özelliklerini şöyle toplayabiliriz.
Stres zorlanma kaçış ve intihara eğilim belirtileri,
– İçgüdülerden ve dürtülerden kaynaklanan güdülerin bastırılması, denetlenmesi, düzenlenmesi, engellenmesi yapılamaz. Bütün davranışlara içgüdü ve dürtülerin, bilinç dışı karmaşaların kaba gücü egemen olur.
-Çevredeki kişi ve nesnelerle geçerli, gerçekçi sürekli ve tutarlı ilişkiler kurulamaz.
-Gerçeği anlamaktan, yaşamaktan tanımaktan kaçınılır. Günlük engellerden ve sorunlardan kurtulmak için gerçek dışı dünya ve yapay cennet aranır.
– Aileye, eve, çevreye, işe uyum sağlamak için çaba gösterilemez ya da gösterilen çabalar yetersiz kalır. Bu nedenle insanlar arası ilişki ve iletişim bozulur.
İntihar kaçış değildir!
• Çevreden gelen uyarımlar düzenlenemez, sınırlanamaz ve zaman içinde sıralanamaz. Bu durum duygu ve düşüncede çatışma, kargaşa yaratır. Bütün sorunlar çözümsüz kalır ya da bütün sorunları çözmek için boş yere çaba harcanır.
– Algılama, saklama, hatırlama, düşünme, karşılaştırma, sonuç çıkarma ve yargıya varma gibi zihin işlevleri kişiliğin farklı katmanlarından kaynaklanan değişik etkilerle iyi çalışmaz.
– Kavramlar birleştirilemez, būtünleştirilemez, gerçekçi çözüm ve yorumlar yapılamaz. Düşüncelerde saplantı ve sapmalar olur.
Umut şah damarımızdan daha yakın!
– Günlük yaşamda karşılaşılan engelleri aşmak için toplanan kişilik güçleri, bu engellerden kaçmak için kullanılır.
• Geleceğe ilişkin amaçlar, beklentiler umutlar kaybolur.
• Toplumda geçerli olan bûtün ortak amaçlara, değerlere, inançlara karşı çıkılır.
- Kişiliği kaygıdan kurtaracak olumlu savunma düzenleri kullanılamaz.