Zaman Yolculuğu Nasıl Olacak | Işınlanmayı becerebilirsek geleceğe gidebiliriz
Gelecekte zaman yolculuğu ve ışınlanma nasıl olacak | 2100’lü yıllarda Dünya Birliği 7. Bölge Başkanı’nın oğlu anlatıyor: Şimdilerde teknoloji o kadar ilerledi ki beyninize emdirilen bir sıvı ile iletişime açık olan hücrelerinize veri aktarımı yapılabiliyor. Ama çok şükür ki beynimizin küçük bir yüzdesini kullanabildiğimizden bir bilgisayar kapasitesinin ancak onda biri kadar yükleme yapılabiliyor.
Yani beyninize iki kalın kitabı bir iki saatte yükletebiliyorsunuz. Yani bilgi bu kadar basit bu kadar emeksiz elde edilir hâle geldi. Yani artık bilenle bilmeyen arasında bir fark kalmadı mı? Bu feci bir şey zalimler de bilgiye sahip olursa ne yaparız. İlimsiz bilgi bizi ele geçirebilecek mi?
Allah’tan insan beyninin tamamını kullanıma açılmamış. Bir de tamamını kullandığımızı düşünsenize! Bütün kainatı ele geçirip Allah, kitap tanımazdık.
Düşünün! Bin yıl yaşayan insanlar, bir milyon katlı gökdelenler, başka galaksilere yerleşmiş insanoğlu. Ne kadar şımarır, ne kadar da kabarırdık! Ve kim bilir böbürlenme ve kibrimiz yüzünden ne felaketler gelirdi başımıza?
Gelecekte zaman yolculuğu ve insan beyni!
Acaba ileri insan zekasının ürettiği robot, bilgisayar ve yazılımlar düşünmeye başlar da insanoğluna ‘Biz size yeterince kölelik etti sıra size geldi! Hepiniz girin bakalım kopyalama hücrelerine, robot kopyalarını yapıyoruz ve bize hizmet edeceksiniz,’ derler mi?
Sonra dev bir sanayi devrimi yapan makineler, dünyanın bütün kaynaklarını robot insan üretim fabrikaları için harcayıp, itaat etmeyenleri çelik preslerinde presleyip sadece bu intikam felsefesi için onları yakıt olarak kullanırlar mı? İleri zekalı düş mühendisleri sürekli düşünmekte ve yeni yeni şeyler üretmekte. Düşleyebiliyorsak gerçekleştirebiliriz. Ve gerçekleştirdiklerimiz bazen kabuslarımız da olabilir.
Benim kafama en çok takılan ve merak ettiğim teknolojik yenilik konusu, zaman yolculuğu olmuştur. Hani şu eski bilim kurgu filmlerinde, çelik bir kabine girip dijital göstergeye gidecekleri tarihi yazarlar, birden kabin hızla dönmeye başlar ya da bir araca binip ışık hızına çıkarlar… Sonra da ver elini orta çağ, Vikingler, Osmanlı, biraz da Firavun’a misafir oldun mu, keyfine diyecek yok! Ama işin aslı öyle değilmiş, yani o kadar kolay değilmiş.
Gelecekte zaman yolculuğu filmlerde ki gibi mi?
Yıllarca süren bilimsel çalışmalar hiçbir sonuç vermedi. İnsanoğlu ne bir saniye ileri gidebildi ne de bir saniye geriye. Işınlanma kulübelerinin icadından sonra yani canlıların iki nokta arasında ışık hızı ile transferinin başarılmasından sonra. Bilim adamları, çekim alanına giren her şeyi, karanlık merkezine vantuzlayıp yok eden uzaydaki kara delikleri kullanmaya karar verdiler. Işık hızında enerjiye dönüşen canlı organizmanın başka bir enerji boyutu olan kara delik ile çarpışmasının, zaman boyutunun da sıçrayışa dönüşeceği düşünülüyordu.
Bu proje için halk arasından insanlar kobay olarak seçildi. Bu tehlikeli, sonucunun ne olacağı belli olmayan deney için seçilen insanlar, genelde Dünya Birliği’nin kurulmasından sonra yer değiştirmiş göçmenlerden oluşuyordu.
Dünya’nın çeşitli yerlerinden gelen bu insanlar, birlik tarafından kurulmuş binlerce kilometre karelik bir kısmı yerin altında, bir kısmı deniz altında ve büyük bir kısmı yer- yüzünde olan çok katlı yerleşim birimlerinde yaşıyorlardı.
Işınlanma kobayları,
Bu insanların, yeme-içme ve barınma ihtiyaçları Dünya Birliği tarafından karşılanıyordu. Eğitimli ve çalışkan olanlar daha iyi yaşam standartlarında yaşayabiliyor. Yani hayat onları ne öldürüyor nede güldürüyordu.
Zaman sıçraması adı verilen deney için kobay olmayı kabul edenlere, başlarına bir şey gelmesi durumunda, ailelerine ciddi miktarlarda ödeme yapılacağı sözü verilmişti. Ailelerinin daha iyi yaşaması için onlarca kişi bu tehlikeli deneye katılmayı kabul etti.
Daha sonra büyük bütçelerle ışınlama kaynakları, doğrultucu dev plakalar ve yansıtıcıların imalatı yapıldı. Kobay insanlar ışınlanma makineleri tarafından enerji dalgasına çevrilip kara deliğin merkezine gönderilecekti. Çarpışma gerçekleştikten sonra, kobayın ayrışmış olan molekülleri elektromagnetik dev yansıtıcılar tarafından toplanıp odaklanarak, zaman boyutunda dünyaya gönderilecekti. Kobayların, aynı yöntemin tersine çalıştırılmasıyla, geri getirilmeleri umuluyordu.
Onlarca insan ışınlanarak kara deliğin derinliklerine gönderildi. Gönderilen herkes izotop yakalayıcı sensörlerle takip edildi. İlk iki kobaydan hiçbir sinyal alınamadı. Sonrasında onlarca kişi daha denendi. Dünya üzerindeki sensörler, sadece birkaçı için zayıf sinyaller gönderdi ve onlarda kayboldu. Kobaylardan hiçbiri geri dönemedi.
Gelecekte zaman yolculuğu, zaman nedir?
Onlar şimdi ruh aleminde mi, enerji boyutunda mı, kovboylarla at mı koşturuyorlar yoksa İskender’le kılıç mı tokuşturuyorlar kimse bilmiyor. İnsanoğlu zaman boyutunu yakalayamamıştı. Daha doğrusu sonucun ne olduğunu öğrenememişti. Bütün olan Dünya’ya bir daha geriye dönemeyen kobaylara ve ailelerine oldu. Ama kim bilir belki de gittikleri yerde daha mutlular.
Zaman, değişim dönüşümü ve döngünün toplamıdır. Yoksa insanoğlu zamanı akrep ile yelkovanın sürekli yer değiştirmesi mi zannetti? O zaman saati geri alır geçmişe, ileri alır geleceğe giderdik.
Zaman: Değişim dönüşümü + döngü
Bu formül hayatı da tanımlıyor. Değişim dönüşümü; hayatta yaratıcı olan düşüncenin, eylemin, yenilik katan her türlü faaliyetin tümüdür.
Döngü ise yağmurun toprağa düşmesi sonrada buharlaşıp bulut olarak tekrar yağması, güneşin doğudan doğarak batıdan batması gibi sürekli tekrarlanan, rutine bağlanmış ve belli bir hesap üzerine kurulmuş işleyişin tümüdür.
Yani zaman hayattır ve çok değerlidir.
Zaman ve izafiyet,
Zaman da görecelidir, kimisine göre geçmek bilmeyen dakikalar, saatler; kimisine göre bir saniye gibi gelir. Zamanın hızlı geçmesine de, yavaş akmasına da üzülürüz.
Yavaş geçerse sıkılırız, hızlı geçerse ansızın ölüme takılırız. Üzülsek de sıkılsak ta kurumayan bir nehirdir zaman ve hiç durmadan akıp gider.
Aslında şu zaman yolculuğu denen şeyi herkes kendi içinde sürekli yaşıyor, diye düşünürüm. Nasıl mı? Şu anı ne kadar hissedebiliyoruz, yaşayabiliyoruz? Beynimiz ya geçmiş pişmanlılar, üzüntüler, heyecanlar, acılar ve sevinçlerle meşgul ya da gelecek planları, heyecanları, endişeleri ve korkuları ile meşgul.
En iyisi biz gelmişi geçmişi bırakıp şu anın tadına bakalım.
Hepimiz için zaman yolculuğu!
Sonuç olarak her bir birey kendi dünyasında minik bir zaman yolculuğuna çıkar, bir gider bir gelir. Şimdiyi yakalayabilmek için yaratıcı, üretken veya aşık olmak gerekir. Yaratım süreci esnasında geçmiş ve gelecek yoktur. Sadece sen ve eserin buluşursunuz zamansız bir boyutta, ne endişe ne korku ne pişmanlık giremez aranıza.
Bir ressam kırdı mı belini fırçanın, parlayan bir göz bebeğinde, bir şair dokudu mu nakış nakış kelimeleri bir afeti ahunun göbeğinde, gelmiş geçmiş yoktur artık. O an, titreyen bir beden, ağrıyan bir baş ve yaratıcı olmanın hafifliği vardır. Aşık olmak anı iliklerini kadar yaşamaktır ve en büyük ilahi sanat eseri ile karşılaşmaktır.
Ben yine şu bilim kurgu fantezilerine ve Düş mühendisliği faaliyetlerine dalmış iken babamın sesi ile irkildim ve dünyaya döndüm. Kolumdaki banttan çıkan görüntüsüyle “Melih neredesin? Hadi oğlum çıkalım,” diyordu.
Hemen kendimi toparlayıp, hızlı adımlarla odasına doğru yürümeye başladım.
Babamla zaman!
Babam, oflaya puflaya masasından kalktı. Belini tutarak masaya dayandı ve muzaffer bir komutan edası ile gözlerini ileriye dikti. Bu onun başarılı bir gün geçirdiğini gösteriyordu. Ceketini giydi, parmaklarını çıtlattı ve elini omzuma attı. İki arkadaş gibi kapıya doğru yürümeye başladık.
Bu esnada ben yere basmıyordum sanki bulutlarında ötesinde, evrende turluyordum. Öyle mutluydum. Çevik hareketlerle sekreter odasından çıktı: “Murat Bey çıkıyor musunuz? Hemen arabayı hazırlatayım, korumalara haber vereyim,” dedi.
Babam, “Araba istemiyorum. Korumalar gelmesin, ışınlama kabini ile gideceğiz. Oğlumla beraber olmak istiyorum. Melih merak ediyordu zaten şu makineleri. Bu akşam sen sadece Kız Kulesi’ni arayıp geleceğimi söyle,” diye karşılık verdi.
Gahuni hafif kısık duygulu gözlerle bakarak “ Aman efendim aklımız sizde kalmasın, etraf karışık, başınıza bir şey gelirse biz ne yaparız?” dedi, artık sevgiden mi, yufka yürekten mi, sadakatten mi, aşktan mı bilinmez.
Babam da geçiştirircesine “ Tamam canım, sen canını sıkma neler gördük, bize bir şey olmaz,” dedi.
Gelecekte Işınlanma Kulübeleri;
O sıralarda ışınlama kabinleri yeni kurulmuştu ve sadece üst düzey bürokratlar, ünlüler, zenginler ve onların ekipleri kullanabiliyordu. Sizi çok yüksek enerjilere çıkartıp atomlarınıza ayırıyor, daha sonra da dağılan atomlarınızı başka bir kabinde topluyormuş bu makineler. Tabii, bu makineler insan yapımı, bazen yanlış çalışabiliyor.
Test aşamasında ışınlanan bazı kişilerin kafalarının bacaklarında, bacaklarının da kafalarında çıktığı görülmüş. Doğrusu bu olaylar beni biraz endişelendiriyordu. Aynı zamanda da çok pahalı aletler, bir ışınlama binlerce dolara mal oluyormuş. Kulübenin içine giriyorsunuz, kartınızı takıp şifrenizi girdikten sonra istediğiniz başka bir kabine ışınlanıyorsunuz. Ama her çıkan yeni teknolojik icat gibi ışınlanma ücretlerinin de zamanla düşeceği ve uçak, araba gibi sıradan hâle geleceği umuluyor.
Hatta yakın bir gelecekte ay üstlerine de ışınlanma kulübeleri ile gidebileceğimiz ve daha da ilerde galaksiler arası dolaşabileceğimiz söyleniyor. Yeni teknolojilerle evren ne kadar da küçüldü.
Babamla asansöre doğru yöneldik ki, yine o bildik ızdırap başladı. Kolundaki iletişim bandına derinden bir titreşimle yeni bir mesaj gelmişti. Babamın yüzü asıldı, keyfi kaçtı ve bana dönerek, “Oğlum ünlü bir düşünür şöyle der: ‘Öldüğünüz zaman bile yapılacak işler listeniz dolu olacaktır’, İşte bizim durumumuz da böyle, son bir görüşme yapıp geliyorum. Şimdi sen aşağı in ve beni bekle,” dedi.
Gerçek şimdi ve burada!
Bizim şaşalı hayatımızın bedeli bu olsa gerek. Bu dünyada karşılıksız, bedeli ödenmeden, maddi hiçbir değere sahip olamazsınız. Karşılıksız ve bedelsiz verilen tek şey, gerçek sevgidir, annenin bebeğine olan sevgisi gibi.
Bazen başkanın oğlu olmaktan nefret ediyorum. Tam beraber olacağımız zaman kesin bir işi çıkar, beraber olduğumuzda da çok yorgundur. Babamı haftalarca görmediğimi bilirim. Ama bu sefer, bu akşamı benimle geçirme konusunda oldukça kararlıydı. Zaten kararlı olmazsa, ben ilişkimizi kesmekte kararlıydım.
Babama böyle kızgın olduğum zamanlar rest çekmem meşhurdur. Hemen pılımı pırtımı toplar en uzak yere kaçmak isterim ama etrafımızı kuşatan manyetik güvenlik kalkanını geçtiğim gibi bütün koruma teşkilatı bundan haberdar olur ve peşime düşer.
Tenimize emdirilen izotoplar sayesinde, yaptıkları bölgesel taramayla beni birkaç dakika içinde elleri ile koymuşlar gibi bulurlar. Ve hemen güvenlik müdürü Tonguç Bey’in yanına götürürler. Tonguç Bey başkanın oğlu falan demez iyice haşlar beni.
Hiç çocuğu olmamış, bu yüzden beni çok sever. Bu zaafını kullanarak babamın bana çektirdiklerini abartarak anlatırım ve en sonunda onu yumuşatırım. O da her seferinde güvenlik kurallarına uymam şartı ile Bodrum’da deniz kıyısında küçük bir evde ailesi ile yaşayan Tülay Teyzeme gitmeme izin verir.
Gelecekte tatil,
Tülay Teyzemle, okuldaki arkadaşlarımla dahi olmayacak kadar güzel bir arkadaşlığımız ve dostluğumuz vardır. Teyzem olmasına rağmen aramızda hiçbir zaman resmiyet olmadı.
Beni kendi oğlu gibi sever, başıma bir şey gelse en az annem kadar üzülürdü. Zaten bebekliğimden beri elinde büyümüşüm; anne yarısının ötesinde, ikinci bir anne gibidir benim için.
Her başım sıkıştığında soluğu onun yanında alırım. Bodrum’daki deniz manzaralı mütevazı ve sevimli evine her gittiğimde bir bayram havası eser. Ailesi ile birlikte beni yere göğe sığdıramazlar en sevdiğim yemekler yapılır, en sevdiğim yerlere gidilir ve bunun gibi birçok güzellik…
Tek can sıkıcı şey, etrafımızda uçup duran konum tarayıcı minik robotlar ve zaman zaman çeşitli kılıklara girmiş, beni kontrol edip kayıt yapan gizli servis görevlileridir.
Eğer; teyzeme gidiyorsam mutlaka bir sıkıntım vardır ve teyzem beni gördüğü gibi neler hissettiğimi anlar. Onunla her şeyi rahatlıkla konuşabilirim, hatta okuldaki erkek arkadaşlarımla bile konuşamadığım şeyleri… Kız arkadaşlarımı, ayrılıklar, ihanetler, yeni heyecanlar, kavgalar, başkaldırılarım, inançlarım hatta uçuk düş mühendisliği maceralarımı bile büyük bir zevkle dinler ve bana yol göstermeye çalışır.
Duygusal dertleşme,
Duygusal ve biraz da saf biri olduğum için konu genelde gönül işleridir. Aldatıldığım zaman veya ayrılık sancılarında, “Boş ver yakışıklısın güçlüsün elli tane kızı donunda sallarsın, biri gider biri gelir, hayat çizgindeki o ilahi güzelliği koru ve bekle sevgi durağına gelene kadar, o durak son durak olur, merak etme hepsi unutulur,” der.
Birkaç kızı idare ettiğim zamanlarda ise “ Bak Melih, seni nasıl severim gözümden bile sakınırım bilirsin. Kimsenin kalbini kırıp, gönlünü çalma yoksa ilerde sana da aynı şeyi yaparlar. Şaşmaz bir şekilde yaptıklarımızın karşılığını yaşarız,” derdi. Ve bunun gibi yüzlerce konuda teyzemle doyulmaz sohbetlerimiz olmuştur.
Bir de teyze ziyaretlerimin en tatlı yanlarından biri olan kuzenim İlhan vardır. Aramızda öyle bir sevgi vardır ki bir gün sonra buluşacaksak ikimizi de gece uyku tutmaz ve sabaha kadar görüntülü telefon ile oraya gittiğimde yapacağımız haylazlıkları konuşuruz.
Ben oradayken bir saniye yerimizde durmaz, sahilde koşar, kızlarla coşar, kayalıklardan denize atlar ne kadar heyecanlı ve tehlikeli iş varsa hepsini deneriz. Tabii bunları teyzeme ve enişteme fark ettirmeden… Eniştem çok karizmatik, samimi ama çabuk öfkelenen biridir, bir anda bütün köprüleri yıkar. Eniştemin bu hiddeti yüzünden, ben hariç bizim aileden kimseyle görüşemiyorlar. Teyzem ve annem bile sadece bayramdan bayrama görüşürler.
Ufak bir hırsızlık,
Eniştem deniz kuvvetlerine yıllarca hizmet etmiş emekli bir subay olmasına rağmen, Dünya Birliği sistemine inanmayan ve karşı çıkan bir insandır. Emekli olduktan sonra bunu açıkça söyler olmuştu, hatta babama bile…
Babama göre daha demokrat ve hümanist bir insandır. Babamla Dünya Birliği üzerine yaptıkları bir tartışma esnasında öyle sinirlenmişti ki aniden teyzemleri yanına alıp, bağırıp çağırıp ortalığı yıkarak bizim evden çıktı ve o günden sonra benden başka kimse ile görüşmez oldular.
Gençlik ve heyecan,
Eniştem böyle biri olunca İlhan’la bizim çevirdiğimiz gizli işler daha heyecanlı ve zevkli oluyordu. En eğlencelisi de eniştemin tasarımını yaptığı yüzer-gezer denen makineyi garajdan gece gizlice çıkartıp, sahile kadar sürükledikten sonra çalıştırıp, dağı tepeyi deniz altı, deniz üstü gezmekti. Yüzer-gezer orduda kullanılmış, son zamanlarda da piyasaya sürülmüş.