Gelecekte Din | Gerçek din ve inanç asla değişmez ama insanlar değişir
Gelecekte Din ve İnanç | Maddeyi bir türlü sevemedim, kolumuzdaki çiplere yüklediğimiz Dünya Birliği kredi kodlarını da sevmem yani parayı da! Fazla şaşaayı, gösterişi de sevmem. Babamın ofisine gittiğimde o görkem, o lüks beni boğuyor, daraltıyor.
Sanki kafama yıkılacakmış gibi geliyor o altın renkli sütunlar, o kristal tavanlar, cilalı mermerler o paha biçilmez tablolar… Bunca insan o devasa barınma sitelerinde, küçük dairelerde karın tokluğuna yaşarken. Bunlar bir insana fazlaymış gibi geliyor.
Ama diğer insanlar için bunlar o kadar olağan ki… Ben de mi bir problem var diye düşünüyorum çoğu zaman. ‘Allah’ım para ver, güç ver sağlık ver ama azdırma bizi, firavunlaştırma!’ diye dua ederim çoğu zaman. Ve şu dijital saplantılarla değişmez gerçeği yalan ve sanal hale getirmeye çalışan metalik tarikatların şerrinden de bizi koru! Din ve kitap asla değişmez bir gerçektir. Fakat çağlara göre daha derinden anlaşılıp temel esasları ve muhkemlerine dokunmadan yorumlanabilir.
Gelecekte Din ve İnanç!
2100’lü yıllara gelene kadar çok şey değişti ama din ve inanç hala kalbimizde, onu yazılım kodlarına ve kuantum kaydedicilere hala sığdıramadılar! Özellikle Ramazan’ın hayatımda çok önemli bir yeri vardır. Şu robotik ve maddekolik dünyamızda yok olmak üzere olan bir dini görev. Ramazan ayına geldiğimizde dijital, elektronik ve sanal dünyamızdan çıkıp ruhumu ve bedenimi hafifleten bir huzur yaşarım. Genelde çok zorlu geçer, mutlaka birkaç gün kaytarır ve kazaya bırakırım.
Fakat her şeyin tadı bir başka oluyor. Teknolojiye sırtımı döndüğüm için geçen ramazan, yemeden içmeden kesilip, ruhumu eğitme sürecim oldukça zorlu geçmişti. Hiçbir zaman, bir tanesi bile 50 öğün yemeğe bedel dedikleri haplarla iftar açmayı kabul etmedim. Bu da bir teknoloji aldatmacadan başka bir şey değil. Allah’ı mı kandıracaklar?
Bu popüler haplardan bir tane atıyorsunuz midenize ve yaklaşık 30 gün acıkmıyorsunuz oh ne de güzel !
Gelecekte Din ve İnanç; Ramazan,
Aç kalmak değil bu gün boyu süren,
Gönlü doyurmak bu, biraz mideyi üzen,
Ufuk kızardığında,
sanki bir sevgili sarıyor boynunu,
Birde ezan okuduğunda,
ballı börek oluyor, kuru ekmek somunu.
Zorlu bir sınav bu açız, yorgunuz, durgunuz ve uykusuz,
Bu gece olursa son uykumuz, umarım cennette buluşuruz,
Kederlidir bu günlerde şişkin, pişkin ve kodaman mideler,
Ne de tatlıymış meğer irmik pilav ve kaynamış midyeler.
İster inan ister inanma,
huzur ve paylaşım ayıdır ramazan,
Ramazanda biter, ömürde,
kurumayan bir nehirdir zaman.
Allah’ı arama ne gökte ne yerde,
O bizden de öte içimizde bir yerde,
Kalpte mi dersin yoksa şah damarından daha mı yakın?
Ama sarıkta, şekilde değil, siz kalpteki aşka bakın.
Sevapta, günahta, ödülde cezada,
Atomun çekirdeğinde, hatta fezada,
O, ne bir patron, ne de bir genel müdür,
Aç beynini düşün, taşıma kafanda mühür.
Oku, ilimlen, yaratanla baş başa ve özgür,
İnan ve aklını işlet, gelecektir ilahi teşekkür,
Yaptıklarımızın karşılığı karşılayacak bizleri,
Firavunların bile, dünyada kalmayacak izleri.
Fakir, fukara ile paylaş açlığı,
Ve bölüş emredildiği gibi varlığı,
İşte budur ramazan,
İşte budur insan.
İşte budur insanlık, dindarlık veya her neyse… Giyinip kuşandığınla, kafana taktığın, sarığınla değil. İnandığın şey kalbindedir, hatta şah damarından daha yakın… Aklını işletip düşünenler için akıl yaşta değil baştadır, iman sarıkta değil aşktadır.
Yeni bir tarikat!
Gelecekte din var elbette ama nasıl? Maalesef bu yaşadığımız çağda bile karanlık zihinlerin bağnazlığından kurtulamadık. Her geçen gün yeni bir tarikat daha çıkıyor. En popüleri de şu Kamiller denen tarikat.
Neymiş efendim! İnsan tüm kainata hükmedebilirmiş, kusursuz insana ulaşılıp yeni bir tanrısal nesil yaratacaklarmış. Öyle tuhaf elbiseler giyiyorlar ki korkarsınız, metalik renkte üzerlerine sarılmış yatak örtüsü gibi bir şey, bazen onu da giymeyip yolda çıplak geziyorlar. Güvenlik kurulunun aldığı son kararla, Dünya Birliği resmi kurumlarına girmeleri yasaklandı. Bunun üzerine İstanbul’u karıştırdılar, özgürlük istiyoruz diye günlerce yakıp yıktılar. Bu da uzay çağı yobazlığı işte…
Gelecekte Din ve İnanç, Yaratan nerede?
Bize öğretilen Allah inancını sürekli sorguladım. Çocukluktan beri beynimize işlenen Allah inancı, onu bir patron, okulda hoca veya tepemizdeki bir müdür gibi algılamamıza sebep oldu. Oysa bu ne de anlamsız bir öğretidir.
O, uzayda bir yerde, kılıcı ile kafamızda dikilen bir firavun değil ki… Yaratanın kitabında dediği gibi, Allah şah damarımızdan daha yakın, içimizde bir yerde bize bizden daha yakın. Onun yarattığı Evren’de onun kuralları içinde hayatımıza biz yön verip, bir ömür yaşamaktayız ve şaşmaz bir şekilde yaptıklarımızın karşılığını yaşıyoruz.
Ve O başlangıcı ve sonu olmayan, her şeyin sahibi olan her şeydir!
Allah zulüm etmez, iyi ve kötüyü de hak eden sadece bizleriz. Günahıyla sevabıyla onun kullarıyız, hangimizi daha çok seveceği ve hangimizi yakacağı yalnızca o bilir. Bizi derin boşluklardan kurtarıp, insan olarak ayakta tutan Allah inancını siyasete, kıyafete ve ihanete nasıl da alet edildi.
Allah ruhundan üfledi ve insan oldu, o bizden biz ondanız.
Yüzyıllar önce bunu fark edip dillendiren Yunus Emre, Mevlana gibi düşünürlerin büyüklüğü de burada işte. Bütün algı ve hesaplarımızın ötesinde bir yüceliğe sahip olan din ve Allah nasıl olur da bir bez parçasına veya bir kıla endekslenebilir?
Kendi içimizdeki ve dışımızdaki tüm felaketlerden sığındığımız, sonsuz kudret ve merhamet sahibi, bu kadar basit ve yavan düşünülebilir mi?
Üşenmeden sorgulamak;
Ama ne üzücüdür ki zayıf ilmimiz Allah’ı dar kalıplara sıkıştırmamıza neden oldu. Oysa Allah atomundan galaksisine ve sonsuz büyükten sonsuz küçüğe kadar her şeyi örtüp kuşatıyor. Eğer 7. bölgede değil de 1. bölgede doğsaydım Müslüman mı olacaktım? Büyük ihtimalle hayır! Çünkü orada Müslüman olma şansınız milyarda dört kadar düşük.
Yani Müslüman olmayan milyarlarca kişiyi cehenneme mi atıyorsunuz? Yüce kitap aklınızı işletin diyor. Müslümanlık Allah’a varmanın en güzel yoludur. Ama asıl olan bir yaratan olduğuna, yalnız, başıboş, bırakılmadığımıza inanıp hayra ve barışa yönelik işler yapmaktır. Yani anlamak için sürekli sorgulamalı, anlamsız da olsa sorular sormalı. Ve değişmez ilahi gerçeği anlamalı. Ve üşenmeden sorgulamalı!
Şu sürekli yaşadığım beynimi kemiren çelişkilerim yok mu? Hayatımı zehir ediyor. Zenginlikten suçluluk duymak ve onu kaybetmekten ölesiye korkmak… Belki de korktuğum için mütevazılık gösteriyorum. Eğer böbürlenip kabarırsam, yoksullaşmaktan korkuyorum. Aslında aile olarak muhtaç olanlara her zaman yardım edip onları kolladık, bu bana biraz da olsa güven veriyor.
Kafamda ki karmaşa!
Bu korkunun sebebi, öz güven eksikliği de olabilir. İnsan kuru soğan, ekmekle de yaşamasını bilmeli, havyar, pastırma ile de yaşamasını bilmelidir. Hepsini bir tarafa koyarsak, esas olan ne yeyip ne içtiğiniz değil… Esas olan nasıl kazandığımızdır. Eğer helal kazanıyor ve emredildiği gibi bölüşüyorsanız, hayatın keyfini çıkartma konusunda çekineceğiniz hiçbir şey olmaz. Helal kazanana Allah daha çok versin işte sosyalizm budur.
Bu konularda kafam oldukça karışık, ‘ergenlik menopozu’ diye düşünüp gülüyorum. Kafamı karıştıran sadece bunlar değil. Hayatı yeni tanıyor olmanın getirdiği bir merak mıdır bilemiyorum ama her şeyi sorgular oldum. Şunu biliyorum ki bu dünyada gerçek anlamda bir adalet, denge ve tutarlılık yok ama olsun pes etmek de yok, bir anlam aramaya hep devam ettim. Adalet öbür dünyada onun için susuyorum her şeyi söyleseydim öbür tarafa bir şey kalmazdı.
En sonunda hayatın anlamının ne olduğu sorusuna kendime göre bir cevap verdim. İşte cevabım: işi gücü bırakıp, milyonlarca yıldır insanlığın, filozofların, düşünürlerin, bana göre cevabını bulamadıkları bir sorunun peşine düştüm. “ Hayatın anlamı nedir ?” Ya da hayata anlam katan şey nedir? Aslında herkese o kadar yakın ki bu sorunun cevabı. Herkesi o kadar yakından ilgilendiriyor ki…
Gelecekte din ve inanç, hayatın anlamı nedir?
Tabii bu, hayatına anlam katmak isteyen, hayatı yatıp kalkıp, yiyip içmekten ve ömür süresini doldurma bekleyişinin ötesinde gören insanlar için geçerlidir. Her şeyi göze alıp sıradanlığın ötesine adım atabilme cesaretini gösterebilenler içindir.
Bu dünyaya nereden geldik, nereye gidiyoruz ve neredeyiz sorularını soranlar içindir. Günü birlik hiçbir şeyi sorgulamadan yaşamakta bir hayat tarzıdır. Fakat bu seçim dünyada bir mezar taşından başka bir iz bırakamaz.
Kopuk, salaş, kendini, inançlarını, yolunu, sonunu kaybetmiş gençliğin büyük bir bölümünü, geçici tatminlerden sıkılıp anlamlı bir hayat yaşamak isteğinde değil mi? İşte onlar için, inancı, direnci, cesareti, yüreği olanlar için hayatın anlamı…
Hayatın anlamı ölmemektir, öldükten sonrada yaşamak, bir eserle yaşamak ve mutluluktan korkmayıp ölümle arkadaş olmak. Neden öldükten sonra yaşamak? Aslında insanın yaşamda her faaliyeti ölmemek üzerinedir fakat hiçbiri ölümü engelleyemez, bir eser bırakmak hariç. Ekmek parası davasına veya daha çok daha çok kazanmak için bir koşuşturma, bir curcuna içinde günleri, yılları dakikanın saniyeleri gibi tüketmiyor muyuz? Peki, geriye ne kalacak?
Ölümsüz olmak!
Bir eser bırakmak için büyük bir ressam, büyük bir yazar, büyük bir iş adamı veya büyük bir mimar olmak gerekmez. Hayırlı bir evlat dünyaya getirmek, yaptığın iş her ne olursa onu iyi yapmak, hayra, barışa yönelik bir şeyler yapmak, bir merhamet, bir tevazu, bir teşekkür de birer eser bırakmaktır.
Çünkü yaptığınız insani şeyler de hatırlanmanızı sağlar ve bizi unutulmaz kılar. Bunun yanında yaptığınız kötülükler, çirkinlikler de unutulmaz. Evet, bu da kalıcılığın iyisi kötüsü olmaz diyenler için bir yöntemdir. Mesela Ortadoğu’da olduğu gibi arkanızda ölü bebekler bırakarak kalıcı bir esere sahip olabilirsiniz.
Hayatın anlamı benim için farklıdır diyebilirsiniz ama bence hayatın en anlamlı anlamı budur. Hayatına anlam katmak isteyen herkes her ne olursa olsun bir eser bırakmayı denemelidir. Evet, eser bırakmak zorlu bir süreç ama eseriniz her neyse karşınıza koyup onu izlediğinizde bütün yorgunluk, durgunluk ve solgunluk uçar gider, geriye tatlı bir tebessüm ve kalıcı olabilmenin hafifliği kalır.
Gelecekte nostalji!
Hayat üzerine böyle bir felsefe patlattıktan sonra 2100’deki iç dünyama geri döndüm.
Eski Türk filmlerinden çok etkilendim. Her zaman o filmlerdeki saflığı, temizliği ve o gerçek sevgiyi aramışımdır. Bunu amcam Batuhan’a söylediğimde bana hiç unutamayacağım şu sözleri söylemişti; “Yeğen, büyüdükçe gerçek sandığın şeylerin yalan ve yalan sandığın şeylerin de gerçek olduğunu göreceksin. Sen çok saf, çok temiz bir çocuksun. Bu duruma her zaman hazırlıklı ol ki üzülenlerden olmayasın.” Bu sözler beni derinden etkilemişti.
Doğada her rengin olduğu gibi insanlar da rengarenk. Yaratan bize kendinden bir ruh üfledi ama özgür irademize karışmıyor. İyi veya kötü yolu bulacak olan biziz. Tüm insanlar özünde aynıdır ve insani temiz duygularla yaratılmıştır. Sadece zalimler yaratılışlarına isyan ederler ve böbürlenip kabararak, kendilerini ilahlaştırıp, zulme saparlar.
Gelecekte babam!
Saat akşamın altısı olmuş, mesai saati sona ermişti. Babam Başkan ile olan görüşmesinin etkisinden çıkmış, ferahlamış bir şekilde; “Bu kadar çalışma yeter, bu gün zor bir gündü. Daha fazla burada kalmanın bir manası yok. Zaten akıllı adam çok çalışmaz, çok iş yapar. Tabii akıllı olmakla kurnazlığı birbirine karıştırmayın! Başkasının sırtından geçinerek, yatarak çok kazanan insanlardan olmayın,” diyerek masasından kalktı.
Babam her zaman çok çalışan bir insan oldu. Ona göre güçlü ve zengin olmanın tek yolu çok çalışmak, daha çok çalışmaktır. Ve bu yüksek hırsın bedelini aile boyunca ödemek zorunda kaldık. Uzun ve yorucu mesai saatleri, onu haftalarca göremeyişimiz, gördüğümüzde de yorgunluk ve stres sancılarını yaşamak. Niçin? Daha iyi yaşamak ve daha çok kazanmak için. Peki, az para ve az stres gibi bir hayat tercihimiz olamaz mıydı? Babamla bu karmaşık ve zorlu hayatı paylaştıktan sonra benim gelecek planlarım çok farklı olmaya başlamıştı.
Etekleri yemyeşil, tepesi karlı bir dağın kenarında, ormanlarla kaplı küçük bir gölün kıyısında, ahşap bir ev hayal ederim. Gölün üzerine ağaç gölgeleri düşmüştür ve yapraklardan sızan güneş ışınları, yıldız yağıyormuş gibi pırıldarlar. Pırasa saçlı orman gözlü bir eşim ve yağız çocuklarım vardır.
Bizim yerimize düşünenler!
Bahçemizden domates ve mısır toplayıp taş fırınında ekmeğimizi pişiririz. Arada leziz balıklar gölün bize armağanıdır. İşte orada hayat vardır, olsun be sahtekar düş, sen beni kandır.
Oysa modern hayat bizi hasta edip, karmaşıklık girdabına çekmiyor mu? Robotik bir yaşam girdabına… Elbette faydası da var ama zararı faydasından büyük geliyor.