Gelecekte aşk ve cinsellik | Sevişme odaları ve robotlar onu öldürecek mi
Gelecekte Aşk ve Cinsellik | Gelecekte robotlarla mı sevişeceğiz, onlara mı çiçek alacağız, kalbimiz bir makine için mi atacak? Yani arabamızı çok seviyor olmamız da bunun gibi bir şey değil mi? Gerçek olmayan bir aşk yerine robot sevgileri tercih ederim aslında!
Ne kadar gaddar ve acımasız olmaya çalışsam da, benim kötülüğüm de en fazla bir akşam vakti kadar sürer. Sonunda mutlaka melankolik ve romantik bir macera içinde, birine bağlanmış olarak bulurum kendimi. Yıl 2100 olsa da her zaman tek eşlilikten yana oldum. Fakat dişiliğin dayanılmaz cazibesinin beni de ele geçirdiği anlar olmuştur. Bu aralar eski aşklar mezarlığında elimde kazma, kürek, sevgisizlikten öyle acıyor ki canım, kimse bilmiyor hiç kimse…
Gelecekte aşk ve cinsellik! Sevişme odaları,
Her şeyim var ama aslında her şeyin yarısı yok, benim yarım yok. Gülüp geçtiğimiz şu sevgi ne kadar kıymetliymiş, ne kadar da ulaşılmazmış be kardeşim! Biraz sevgi, trilyonlarca dolar gibi, tonlarca elmas gibi hiç dokunulmamış, hiç görülmemiş. Acaba nerede ? Denizler göğe kalksa da insem, yosunlu mercanlı, taaa dibine, batık bir gemide mi saklı acaba aradığım hazine?
İnsan biraz modernitenin biraz da cahilliğin çemberi ile öyle bir sıkılmış ki ne aşkı yahu! Ne meşki! Bir taraftan ekmek kavgası, bir taraftan cehennemde yakılma korkusu, bir tarafta yavan ilişkiler, bahçıvan makası gibi ensemizde kapitalizm, yoksa hayat yeme içme gibi bir an önce bitirilmesi gereken bir süreç hâline mi geldi?
Şimdilerde icat edilen o sevişme odalarına ne demeli? Siyah camlı kabinlere giriyorsunuz, birkaç dolara robotik fahişeler sizi güzelce rahatlatıyor. Her gün, her sokak başında, sevgi bir kez bir kez daha gömülüyor silikon ve çelik mezarlığa.
Gelecekte aşk ve cinsellik! Bir de o kolunuza taktığınız banttan çıkan üç boyutlu görüntüler… İstediğiniz anda istediğiniz yerde oturun seyredin. Striptiz, dansöz, mayo, bikini orası burası ne istersen. Kim takar sevgiymiş, aşkmış, iki dakikalık tatmin uyuşturur insanı, uykulu uykulu geçip gidiyor hayat. Uyu uyan uyu uyan! Hep mahmur gönüller. Peki biz bu anlamsız bezginlik için mi gönderildik? İşte modernizme ve aşkın tükenişine sövüp, sayarken böyle bir şiir gelmişti perilerimden.
Gelecekte aşk ve cinsellik! Yollar olmuş yatak odası.
Verimsiz ve sevgisiz bir haftaydı,
Aşk ve huzur sadece laftaydı,
Oysa geçen hafta,
Mavi bluzu ile ne kadar da şıktı,
Neyse bari bundan da bir şiir çıktı.
Yollar olmuş yatak odası,
Kanımda Amerikan kolası,
Vurdum kendimi dümdüz düpedüz yollara,
Sürdüm kendimi yosma ve kevaşe kollara.
Bugün taksimde, aldatılmış olmam olası,
Üzülürüm tabii, ben değilim ki harem ağası,
Leyla! Bırakamazsın bende aşk yarası,
Mecnun da sevişiyor her reklam arası.
Alkolik sevişmesel aldatış pişmanlığı,
Zevk pişkinliği ve rehavet şişmanlığı,
İşte budur, modernizmin aşk bulaşığı,
Sensin sen! Paralı, kel ve fodul aşığı.
Sonrası yok bu robotik
ve madde kolik dönemin,
Ya çöküş ya da kıyamet,
açacak kapısını cehennemin.
Son demindeyiz dünyanın,
Bunu sakın unutmayın!
Gelecekte aşk ve cinsellik! İşte duygusal yoğunluğumun, eğer varsa sanatçı ruhumun depreştiği bir anda dökülen mısralar. Sulu gözlü eski sevgililere bakma! Duygunun hası bende, duygusal düş mühendisinde. Tarihe bir bakın en duygulu en estetik en büyük sanat eserlerini kimler vermiş, kaba, saba, sert, duygusuz erkek. Kadınlar daha mı duygusal, yoksa duydukları bitmez kaygısal bir hesap mı? Kadınlar annedir, anaçtır ama ana olana kadar kenarı kaygan bir yamaçtır.
Düşlerden geri dönüş,
Benim dalıp gittiğim anlarda, neşesinden anlaşıldığı gibi babam keyifli bir telefon görüşmesi yapmaya başlamıştı. Babam birisiyle böyle gırgır şamata yaparak, kahkahalar içinde konuşuyorsa, o kişi Rauf Abiden başkası olamaz. Rauf Abi babamın güvendiği ve sıkı fıkı olduğu tek insandır diyebilirim. 30 yılı aşkın bir dostlukları vardır. Tek Dünya’nın kurulması aşamasında beraber çok büyük mücadele vermişler. Rauf Abi Yahudi asıllı 7. bölgenin en zengin insanlarından biridir. İstanbul’un yarısı onun derler, son derece neşeli ve esprili bir insandır. Bir o kadar da parayı ve hava atmayı sever.
Benim sanat düşkünlüğümle her zaman alay etmiştir. “Yaa! Melih bırak hayal, peri, fırça, kalem işlerini de sana bir gemi alalım, dünya ticaretine atıl. Bak bizler bugün varız yarın yokuz. Sen paraları istifle ilerde lazım olur,” derdi. Ben de her zaman “Rauf Abi benim davam; yüzyılları etkileyecek insanlığın hayrına kalıcı eserler bırakmaktır. Bundan büyük servet mi var?” derim.
Babamın neşesi biraz yerine gelmişti veya bana öyle göstermeye çalışıyordu. Üzerindeki gerginliği hissediyordum ama yüzünü gülüyor görmek güzel bir duyguydu.
Gelecekte aşk ve cinsellik! Üremek,
Babam Dünya Başkanı ile konuşmuştu, kendimi önemli biri gibi hissettim. Aslında babamdan dolayı önemli biri olmak beni hep rahatsız etti. Her zaman kendi adımla tanınmanın ve anılmanın hevesi içinde oldum. Bunun bir yolunu mutlaka bulacağım.
Böyle hırslarım olmasına rağmen mütevazı bir hayat yaşıyorum. Mesela peşimde koşan bir sürü kız var ama benim yalnızca bir tek kız arkadaşım oldu. Bu aralar ondan da ayrılmış, yapayalnızdım.
Biraz romantik ve ilişkilerde oldukça da saf bir insanım sanırım. Fakat yediğim birkaç darbeden sonra biraz acımasız olmam gerektiğini öğrendim.
Bizler sütten çıkmış ak kaşıkmışız gibi kadınlara böyle sitem ederken, gözüm vizyonere takıldı. Flaş bir haber yayınlanıyordu. Heyecan verici bir haber, insan oğlunun aya ilk adımını atmasından yaklaşık yüz yıl sonra artık aya yerleşiyorduk. Ay’daki ilk dünyalı şehri faaliyete geçiyormuş. Ve ilk ziyaretçisinin de Dünya Birliği birinci bölge başkanı Antony Royal’in olacağından bahsediliyordu.
Uzay denen karanlık,
Birinci bölge başkanı Ay’a giderken dostu olan babamı da çağırsa ne güzel olurdu. Belki bonus olarak yanlarına beni de alırlardı. Dünyayı hayal ettiğim gibi içindeki karanlıktan değil, dışındaki karanlıktan masmavi görürdüm.
Uzay denen şey bana hep tuhaf gelmiştir. Anlamsız bir boşluk, maddesizlik, madde yoksa ne var? Boşluk var, yani boşlukta boşluk var. Peki boşluk nedir? Uzay bana din gibi gelir öyle bir boşluk ki sonuna gidemeden ömür bitiyor. Sadece inanıp, hayal edebildiğimiz diğer dünyayı da ölmeden göremiyoruz. Yoksa farklı boyutlar ve cevapsız soruların cevabı uzayda bir yerde mi saklı? Zaten yeni popüler olan bir tarikatın bir toplantısında anlatmışlardı. Onlara göre cennet’te cehennem’de uzayda iki farklı gezegenmiş. Ama o kadar uzakmışlar ki; hiçbir insanı ömrü onlara ulaşmaya yetmezmiş.
Evren işte böyle atomundan galaksisine kadar kendini sorgulatıyor. Ve en doğru cevabı ölünce alacağız. Ve madde ne kadar da anlamsız geliyor insana, ruhun derinliklerinde veya maddenin ruhunda.
Maddenin ruhu var mı?
Uğruna savaşlar yaptığımız, hatta taptığımız altın ile pis, paslı dediğimiz, demir arasındaki fark; birkaç proton, birkaç elektrondur. Hatta modern bir simyacı iseniz, demire birkaç proton ve elektron ekleyip altın elde edebilirsiniz. Ama doğa düzenine karışıldığında öfkelenir ve radyasyon saçar, yani elde ettiğiniz altın radyo aktiftir, atamazsınız, satamazsınız. Aslında bu taptığımız maddesel dünya son derece basit, yalın ve sıkıcı bir temele dayanır.
Özünde her şey aynıdır. Bilinen maddenin en küçük parçası olan atomdan Güneş Sistemine ve tüm evrene kadar her şey aynı ve şaşmaz bir ölçüye dayalı olarak akıp gitmektedir. Yani bir atom ile evren arasında, boyutsal büyüklükleri dışında fark yoktur. Yani evrene genişletilmiş ve sürekli genişleyen bir atom diyebiliriz.
Son dönemde teorik fizikçiler, yani hayatın bilimsel felsefesini yazanlar, bütün bilineni sarsan bir haber verdiler. Atom aslında proton ve nötron parçacıklarından değil, kuarklar denen enerji ipliklerinden meydana gelirmiş. Yani madde diye bir olgu yok. Hepimiz ve her şey enerji ipliklerinden oluşuyormuşuz. Öyleyse hayatı şekillendiren sadece algılarımız. Suya su diyen, taşa taş diyen biziz, aslında onlar algılarımızla şekillendirdiğimiz enerjiler. Peki, algımızı değiştirip, geliştirirsek onlara olan bağımlılığımızda değişir mi? Sigarayı bırakabiliyorsak. Evet !!! Ama zor gelir insanoğluna kapitalizmin kaymağını yemeyi bırakıp da, böyle şeylere kafa yormak.
Madde canlıdır!
Eğer ruhta maddesel olmayan bir enerji şekli ise maddenin de bir ruhu vardır. Sabit bir ruh. Daima kurgulandığı senaryoya uyan ve asla yorulmayan, asla sıkılmayan, asla isyan etmeyen, insanoğlu müdahale etmedikçe öfkelenmeyen bir ruh. Öyle bir ruh ki, sanatçının eli değdiğinde sıkıcılığından sıyrılır, anlam bulur, konuşur.
Çünkü aslında madde canlıdır, eğer canlı olmasaydı onu göremezdik! Arabamıza aşık olabilir miydik?
Her şey aynı ise farklı olan nedir? Farklı olan insan ruhudur ve onun yansıması olan duygular. Madde böylesine anlamsız, böylesine sıkıcı, aslında böyle ruhsuzken neden ona taparız, köle kul oluruz yakar yıkarız. Algılarımızla şekillendirdiğimiz dünya nasıl oluyor da bize hükmediyor.
Bunun sebebi genelde değişken, dengesiz, tutarsız, aç gözlü, yorulan, üzülen, büzülen, bazen azan, bazen kızan, insan ruhudur. Ruh enerjimizi dizginlemekte, kamçılamakta bize kalır. Yani şaşmaz bir şekilde yaptığımız şeylerin karşılığını yaşarız.
Maddeyi boş verin dostlar, bize aşk gerek aşk… Bize huzur gerek… Madde beyinliler maddelerine, ruh beyinliler ruhlarına kavuşur, gerçek kazanansa yaratanla buluşur.
Madde sevgisi!
Arabam hariç, maddeyi bir türlü sevemedim, fazla şaşaayı, gösterişi de sevmem. Babamın ofisine gittiğimde o görkem, o lüks beni boğuyor, daraltıyor. Sanki kafama yıkılacakmış gibi geliyor o altın renkli sütunlar, o kristal tavanlar, cilalı mermerler o paha biçilmez tablolar… Bunca insan o devasa barınma sitelerinde, küçük dairelerde karın tokluğuna yaşarken. Bunlar bir insana fazlaymış gibi geliyor.
Ama diğer insanlar için bunlar o kadar olağan ki… Ben de mi bir problem var diye düşünüyorum çoğu zaman. ‘Allah’ım para ver, güç ver sağlık ver ama azdırma bizi, firavunlaştırma bizi,’ diye dua ederim çoğu zaman.
Ramazan’ın da hayatımda çok önemli bir yeri vardır. Şu robotik ve maddekolik dünyamızda yok olmak üzere olan bir dini görev. Ramazan ayına geldiğimizde dijital, elektronik ve sanal dünyamızdan çıkıp ruhumu ve bedenimi hafifleten bir huzur yaşarım. Genelde çok zorlu geçer, mutlaka birkaç gün kaytarır ve kazaya bırakırım.
Ruhsal şeyler,
Fakat her şeyin tadı bir başka oluyor. Teknolojiye sırtımı döndüğüm için geçen ramazan, yemeden içmeden kesilip, ruhumu eğitme sürecim oldukça zorlu geçmişti. Hiçbir zaman, bir tanesi bile 50 öğün yemeğe bedel dedikleri haplarla iftar açmayı kabul etmedim. Bu da bir teknoloji aldatmacadan başka bir şey değil. Allah’ı mı kandıracaklar?
Bu popüler haplardan bir tane atıyorsunuz midenize ve yaklaşık 30 gün acıkmıyorsunuz oh ne de güzel!
Aç kalmak değil bu gün boyu süren,
Gönlü doyurmak bu, biraz mideyi üzen,
Ufuk kızardığında,
sanki bir sevgili sarıyor boynunu,
Birde ezan okuduğunda,
ballı börek oluyor, kuru ekmek somunu.
Zorlu bir sınav bu açız, yorgunuz, durgunuz ve uykusuz,
Bu gece olursa son uykumuz, umarım cennette buluşuruz,
Kederlidir bu günlerde şişkin, pişkin ve kodaman mideler,
Ne de tatlıymış meğer irmik pilav ve kaynamış midyeler.
İster inan ister inanma,
huzur ve paylaşım ayıdır ramazan,
Ramazanda biter, ömürde,
kurumayan bir nehirdir zaman.
Allah’ı arama ne gökte ne yerde,
O bizden de öte içimizde bir yerde,
Kalpte mi dersin yoksa şah damarından daha mı yakın?
Ama sarıkta, şekilde değil, siz kalpteki aşka bakın.
Sevapta, günahta, ödülde cezada,
Atomun çekirdeğinde, hatta fezada,
O, ne bir patron, ne de bir genel müdür,
Aç beynini düşün, taşıma kafanda mühür.
Oku, ilimlen, yaratanla baş başa ve özgür,
İnan ve aklını işlet, gelecektir ilahi teşekkür,
Yaptıklarımızın karşılığı karşılayacak bizleri,
Firavunların bile, dünyada kalmayacak izleri.
Fakir, fukara ile paylaş açlığı,
Ve bölüş emredildiği gibi varlığı,
İşte budur ramazan,
İşte budur insan.