Yazılarım

Gelecek Aşk! Gelecekte aşk robotlarla mı yoksa Türk filmleri gibi mi?

Gelecek AŞK ve Düşler | Düş mühendisi, uyumaz, yemez, içmez ve üşümez sadece düşünür, işi zordur, çünkü pek az kişi düşünür. Düş mühendisi nasıl olunur? Günde üç saat uyuyarak, dalıp giderek, kalıp çizerek, kozmik radyasyon dalgalarını barındıran enerji ipliklerinden oluştuğumuzu, elimde tuttuğum kalemin, kelimi kapayan beremin bir zamanlar büyük bir yıldızın bir parçası olduğunu bilerek olunur. Atom sisteminden Güneş sistemine ve oradan da sürekli genişleyen evrenin büyüklüğü karşısında büzülerek ve sanatsız geçen her gün için üzülerek Düş mühendisi olunur,” dedim.

Mesut Abi garip mimikler yaparak “Vay be! Melih sen neymişsin de, bizim haberimiz yokmuş, helal sana! Hadi görüşürüz benim çok işim var kendine iyi bak,” deyip, ince, uzun bıyıkları ile yay gibi gülerek, yanımdan hızlıca uzaklaştı.

Gelecek aşk ve benin dünyam!

İnsanlara içimdekileri kusunca hep böyle tepkiler alırım. Başkanın oğlu olduğum için akıllarından geçeni söylemezler ama samimi olanlar ‘sen delisin oğlum’, ‘Ne tuhaf adamsın’, ‘Marstan mı geldin hocam, sen bu dünyadan değilsin’ gibi tepkiler alırım.  Hayatım boyunca farklı olmanın farklı düşünmenin farklı söylemenin dayanılmaz cazibesini hissettim. Farklı olma özgürlüğü o kadar pahalı o kadar değerli ki.

Farklı olmak güzel de, yalnız kalmak, paylaşamamak işte o çok acı çok…

Ve benim bitmek bilmeyen düşünme nöbetlerim… Gözlerimi bir yere dikip dakikalarca yalnız bir ağaç gibi düşünürüm. Sorgularım, olanı biteni, gelmişi geçmişi, varmışı yokmuşu.

Ben bir düş mühendisiyim, doğal olarak düşünmek benim işim ve günün yirmi dört saati, hatta rüyalarımda bile mesai yaparım. Fakat etrafımdaki insanlar bu düşünme işlerini öyle garip karşılıyorlar ki.

Gelecekte Düşler!
Gelecekte Düşler!

Düşünmek ve üşümek; Gelecek Aşk!

Özellikle annem bu kadar düşünmemin hayra alamet olmadığını ve bir psikoloğa ihtiyacım olduğunu tekrarlayıp durur. Oysa hayatı anlamak ve kendim olarak var olmak için verdiğim, onurlu düşünme mücadelesi delilik değil, sadece farkında olmanın derin hafifliğiydi. Henry Ford’un “ Düşünmek zor iştir, bu yüzden pek az kişi düşünür,” sözü ne kadar da anlamlıdır.

Hayatı anlamak için değil midir, yenilgiler, galibiyetler, bitişler, yeniden oluşlar, acılar, sevinçler, var oluşlar, dalıp gitmeler, düşünmeler, üşenmeden sorgulayışlar, düşünmeden horlayışlar, zoraki ezilişler, zevkle büzülüşler, haykırışlar, meydan okumalar?

Neden anlamsız gelir hayat, mide kazıntısına tuz biber ekerken? Neden rehavet sarar mide şişkinliğinden, zevk pişkinliğinden sonra?

Hayat neden var?
Hayat neden var?
Hayatın anlamı;

Düşünürsün. Nereden geldim, nerdeyim, nereye gidiyorum? Neden dünyaya geldim, öncesinde ne vardı, sonrasında ne olacak?

Bu sorular, hayat boyu süren cüretkar bir meraklanmadır. Bu merakla sorgularız olanı biteni, geçmişi, geleceği, şimdiyi. Aslında hayatı yaşanılır kılan, hep eksik hissettirerek, bütünü aratan bu sorulardır ve hiç bitmezler.

Neden yaşıyorum, hayatın anlamı nedir? Şelaleler neden tersine akmıyor, aslan neden parçalıyor küçük ceylan yavrusunu, aşk neden bu kadar acıtıyor ve neden bu kadar anlam katıyor hayata?

Bu bir akış mı ya da sonsuzluk içinde, sürekli bir duruş mu? Yoksa bir saniye mi, bir akşam vaktimi bu hayat, ya da bir göz kırpması kadar kısa ya da o kadar sonsuz mu?

Gelecek AŞK ve hayatın anlamı!

Hayat gerçekten izafi değil midir? Bazen saniyeler geçmezken, bazen sanki bir güneş batışı, bir yıldız kayışı süresinde, hayatın yarısına geldiğimizi anlamaz mıyız?

Hayatı anlamak için değil mi elektronların durmaz dönüşü, protonların bitmez bekleyişi, güneşin donuşu ve gezegenlerin dönüşü? İşte hayat, atomundan galaksisine kadar anlamak için anlamsız sorular sordurur.

Peki, sorular bu kadar anlamsız, cevaplar bu kadar çaresiz iken neden kibirler, yakıp yıkmalar, bu kadar aciz, bu kadar minikken cüssesi uzayın derinliklerinde, neden bu kompleksler neden bu doymazlıklar, bu arsızlıklar, bu kansızlıklar?

Cevapsız soruları zorlamaktansa inanmak gerek, anlamsız sorularında onu soranında sahibine inanmak gerek. Çünkü o, cevapsız soruların cevabıdır.

Anlamak için anlamsız sorular, kibirden ve böbürlenmeden uzak olanları yaratana götürür ve yaratanı bulanlar, sonsuz ülkeye yol alırlar tebessüm ve huzurla…

Gelecek ve Sorular?
Gelecek ve Sorular?

Anlamsız sorular!

Anlamak içi anlamsız sorular sormalı ve değişmez gerçeği anlamalı. Gelecek aşk işte böyle imkansız ve anlamsız bir soru!

Yine uyandım ve pencereden uzaklaşıp koltuğuma geri döndüm, birkaç dergi alıp karıştırmaya başladım. Bu arada babam neşeli melodiler çıkararak piposuna tütün bastı ve yaktı. Keyifle tüttürmeye başlamıştı ki masasının köşesindeki saydam küp renkten renge girerek çalar saat gibi zırrrr zırrrrr ötmeye başladı. Babam çevik bir hareketle saydam küpe döndü. Telaşla piposunu saklayıp kravatını düzeltirken ‘Başkan arıyor,’ deyip bana parmağıyla kapıyı gösterdi.

Biraz bozuldum ama herhalde Dünya Birliği hakkında çok önemli ve gizli şeyler konuşacaklardır diye düşündüm ve anlayış gösterdim. Devlet sırrını karına bile söylemeyeceksin derler, hele oğluna hiç söylemeyeceksin.

Ofisten çıktım ve sekreterin ofisine gidip misafir koltuklarından birine oturdum. Piponun aromalı hoş kokusu buraya kadar gelmişti. Bu aralar tüm Dünya Birliği’nde gaz odaları dışında sigara içilmesi yasaklanmıştı.

Duman altı dostuk!

Fakat babam ve birkaç dokunulmaz arkadaşı yasağı ve bizleri umursamadan her tarafı duman altı yaparlar. Birkaç dergi alıp karıştırmaya başladım. Sekreter yerinde yoktu ve ben onun kara gözlerini, atletik vücudunu görmekten mahrum kalmıştım. Daha sonra kapıdan içeri girdi. Aslında girdi demek basit kalır, süzüldü diyelim. Gahuni o gün siyah bir mini, üzerine dar, bembeyaz, kolları dantelli bir gömlek giymiş ve degajesini de cömertçe açmıştı.

Bu manzara beni adeta büyülemişti. Heyecandan kekeleyerek ‘Nasılsınız?’ dedim. O da “Merhaba Melih Bey, hoş geldiniz,” diye karşılık verdi.

Her zaman olduğu gibi ciddi tavırlarını takınmıştı, sanırım ondan etkilendiğimi hissediyordu. Babamın sekreteri Gahuni gerçekten çok çekici, çok hoş bir bayandır. Aramızdaki yaş farkı olmasa ona karşı inanılmaz bir aşk potansiyeli taşımaktayım. Gahuni, birleşmeden sonra Hindistan’dan İstanbul’a getirilmiş, babam ona bölge transfer kampında rastlamış ve sekreteri yapmış.

Sekreter aşkım!

Sekreterin bu kadar çekici olması annem ile babam arasında sürekli gerginlik yaratan bir konuydu. Annemin bu yüzden babama birkaç kez tabak, çanak fırlattığına ve evi birbirine kattığına şahit olmuştum. Annem, onun gibi makam mevki sahibi yakışıklı bir adamı kıskanmakta haklıydı ama ben babamın annemi aldatacağına hiçbir zaman inanmadım.

Çünkü annemi gerçekten çok sevdiğini biliyorum. Babamı, birkaç kez çekmecesinden annemin resmini çıkartıp öperken yakalamıştım. Babam her ne kadar taş fırını erkeği pozu verse de aslında çok duygusal biridir. Gelecek aşk böylemi olur bilinmez ama kadınlar değişmez!

Gelecek ve aşk
Gelecek ve aşk

Aslında annemi çok sevmesi onu aldatmayacağı anlamına da gelmez. Eşini aldatmanın ona karşı sevgisini daha da arttırdığını iddia eden erkekler de var. Neyse benim yaşım bunlar için çok küçük en doğrusunu onlar bilir.

Sekreterle olan bu fantastik ve platonik ilişkimiz, konuşmadan bekleyişlerimizde doyulmaz bir hazza dönüşürdü benim için. Platonikte olsa aşkın acısı bile güzel be kardeşim… O kapkara gözlerindeydi ve süt rengi tenindeydi aşk denen karmaşık, kıvrım kıvrım, budak budak, bedenimdeydi aşk denen sarmaşık. Aşk; en duygulu şarkıların, şiirlerin ve en güzel resimlerin kaynağı…

Erotik hayal kırıklığı!

Benim içsel erotik hayal kaynaklarım fokur fokur kaynamaya başlamış hatta taşmaktaydı. Bir keresinde dayanamamış, küçük bir kağıda yazdığım erotik mısraları gizlice masasının üstüne bırakmıştım

Kendimden geçip

Dudaklarından şarap içip

Belini sarmak isterdim

Sımsıcak…

Boynundan omzuna yürümek dudaklarımla

Gözlerimi kapatıp ellerinle görmek

Duymak isterdim kulaklarınla

Saçlarından dökülen şelalede serinlemek

Bir de susmak, dudakların dokununca

Sonra notumu okurken yine gizlice onu izledim. Okurken tebessüm edip dudaklarını ısırması her yanımı titretmiş, anlatılmaz zevkler hissettirmişti.

Gahuni ile ilgili kurduğum hayaller, çok eski filmlerde olduğu gibidir.

Eski Bir Türk Filmi!
Eski Bir Türk Filmi!

Eski Türk Filmlerinde Aşk,

O ve ben bir sahilde birbirimize doğru koşup kucaklaşırız ve aramızda oluşan elektrik ellerimizde tuttuğumuz ampulleri yakar. Tabii benimki her zaman daha şiddetli yanar. Romantik yanım ve hayatın duygusal tarafı her zaman bende ağır basmıştır. Buna bazen de mizah eklerim ki işte o zaman tam ben olurum.

Hayal ve gerçek, aslında ne kadar da ince ve saydam bir örtü ile ayrılmıştır. Dünyayı oluşturan algılarımız ve bize öğretilenler değil mi? Taşa taş diyen, suya su diyen biz ve algılarımız değil mi? Eğer gerçekler hayal ise hayaller gerçeğe dönüşebilir mi? Hayatın bir görünen kısmı vardır, bir de görünmeyen kısmı… Onu görmek gönül ister, onu görmek ilim ister.

Düşünmüyoruz öyleyse yokuz! Yaşadığımız sistem düşünmemizi engellemek için var gücü ile çalışsa da, düşünmeye ve sorgulamaya devam! Varsın deli desinler, varsın deviriversinler.

Ben düş mühendisliği faaliyetlerine böylesine dalmışken birden Gahuni her zamanki ciddi tavırlarıyla “Babanızın gizli hat görüşmesi bitti,” dedi. Ben de tatlı bir rüyadan uyanmışçasına, şaşkın bir şekilde gözlerimi ovuşturarak babamın ofisine doğru yol aldım.

70’li yıllar ve gelecek Aşk!

Hani o 70’li yılların yaşam tarzı, o bol paçalı pantolonlar, mini etekli ve masum bakışlı kızlar, efsaneleşmiş aşk hikâyeleri, şimdilerde aptalca bulduğumuz Türk filmleri ve hippiler gibi yaşamak, barışa şans vermek ve özgürlük… Şu yıllardır üzerinde çalıştıkları ama bir türlü beceremedikleri zaman makinesini yapan olsa da akıp gitsem o yıllara. Belki orada bulurum samimiyeti, gerçek aşkı, özgürlüğü ve sevgiyi. Bu özlem hayatım boyunca peşimi bırakmadı. Bırakmasın da zaten, bazı şeylerin hayali bile güzeldir. Hatta gerçeğinden bile daha güzeldir. Nasıl olsa hayal etmek bedava, düş mühendisliliği bedava.

Kapıyı açtım ve sessizce içeriye girdim. Babamı koltuğa yayılmış, kafası öne düşmüş ve saçlarını parmaklarının arasına dolamış, karıştırırken buldum. Babamı ilk kez boynu önde, yıkılmış, sinmiş ve endişeli görüyordum.

Parmaklarımın ucunda yürüyerek, yavaşça masasının önündeki yumuşak koltuğa gömüldüm. Bir süre yokmuş gibi sessiz durdum. Zaten onunda varlığımdan bir haberi yoktu. Ellerini göbeğinin üzerinde birleştirmiş, kafası önde gıdısı çıkmış bir şekilde gözlerini bulut tarlasına dikmişti. Dünyadan kopup gitmişti. Sonra bir anda irkilip kendine geldi. Ve bana kısık gözlerle bakmaya başladı.

Babamın sözleri!

“Babam işiniz doğru yapıyorsanız, Allah’tan bile korkmayın,” der ama Dünya Başkan’ı her aradığında telaşa kapılıp ne yaptığını bilmez bir hale gelir.

Gerçi her sözün dürüst ve gerçek olmasını beklememek gerekir. Büyük insanlar ve kitaplar her zaman doğru olanı, güzel olanı söylerler. Fakat ne yazık ki gerçek hayatta hiçbiri uygulanmaz.

Gelecek Türkiye!

Benim için güven ve güç idolü olan babamı bu halde görmek şaşırtıcıydı. Cesaretimi toplayıp babama ızdırabının sebebini sordum. Şöyle bir irkildi,  oturuşunu dikleştirdi ve “ Yok bir şey oğlum, dünya işleri işte,” dedi ve bir süre sustu.

“ Daha sonra detaylı konuşuruz, tabii senin de dünyadan haberin olmalı,” dedi alaycı bir tavırla.

Ve aynı endişelerini tekrar etti “Dünya’da enteresan ve endişe verici gelişmeler oluyor. Asiler yine azıtmışlar Melih! Sen dünya işlerini bana bırak ve benim için endişelenme biz neler gördük. Senin vazifen çılgın kız kardeşine daha da fazla dikkat etmek olacak. İnan ki onun durumu dünya meseleleri kadar beni endişelendiriyor,” diye ekledi.

Gelecek AŞK ve kadınlar!

Bende mağrur ve gururlu bir tavırla ayağa kalkıp göğsümü kabartıp ceketimin önünü açarak “Sen onu merak etme baba, o benim sözümden çıkamaz kırarım valla bacaklarını,” dedim.

Babam bana bakarak gülmeye başladı. “Tabii tabii yaparsın, geçen hafta Zeynep’e kickbox hocası tuttuğumuzu unutuyorsun galiba, o kız seni harcar oğlum!” dedi tebessüm ederek.

“Baba bende 5 sene tekvando yaptım, o Van Dam’dan ders alsa ne olur, bir deri bir kemik zaten, ne de olsa kız işte,” dedim biraz kızgın. Ahhh! Şu Zeynep, ailemizin tatlı belası, bütün haylazlıklarına, çılgınlıklarına ve çapkınlıklarına rağmen belli etmesem de onu çok seviyorum.

Bir abi olarak ona karşı hep ketum davrandım. Hep seviyeli yaklaştım ama bazen dayanamayıp keyifli zamanlarımda, ona sarılıp kartopu gibi sıkarım ve yanaklarını ısırırım. Ne de olsa kardeş işte, atamazsın satamazsın.

Babam bıyık altından gülerek “Oğlum kadınları o kadar hafife alma, bak bir yüzyılda nerelere geldiler. Erkekler kadınlara oy verdirmezken, yeni doğan bebeği kız diye diri diri gömerken, şimdi nerdeyse bize hükmeder oldular,” dedi.

Şu kadınların amansız yükselişi benim de zaman zaman kafamı kurcalamıştır.

Kadınlar ve gelecek
Kadınlar ve gelecek

Kadınların yüzyılı!

Bazı futuristler 21. yüzyılın kadınların yüzyılı olacağını iddia ediyorlar. Ben de biraz kaygı duyarak olsa da buna katılmaya başladım. Eğer kadınlar, bu yüzyılda daha güçlü hâle geleceklerse daha iyi işler yapacaklarsa ey vallah, ama hakimiyet onlara geçecekse yandığımızın resmidir. Allah korusun, kadınlar binlerce yılın acısını çıkartmaya kalkarda, erkekleri küçük camdan hücrelere yerleştirip, zaman zaman üremek için kullandıkları küçük enerji tüplerine dönüştürürseler ne yaparız?

Evet, bazı kıyamet öngörüleri gerçek oluyor “ Erkekler kadınlara, kadınlar erkeklere benzeyecek,”. Erkeklerin güçlü kuvvetli, duyarlı, dışa dönük, makul yönü nereye gidiyor, o sert, sağlam duruşlu taş fırını erkeği nereye gidiyor? Bir zamanların kas yığını, mert, güçlü, delikanlı, koruyucu, kollayıcı, maço erkeği göbekli, hantal, kafası karışık, pısırık, pasif, yorgun ve hasta bir hâle geldi. Yüz yıllardır ezilen, dövülen, sövülen kadın artık birinci sınıfa mı terfi edecek?

Taocu felsefeye göre dişiyi ay temsil eder, öyleyse güneş tutulması mı yaşıyoruz şimdilerde? Kadınların kesintisiz biçimde güçlenişi ve her türden başarıları, sonunda, mantık ile fantezi, tuz ile şeker, gün ile gece arasında bir denge mi sağlıyor?  Akıllı, yetişmiş kadın bırakın dayak yemeyi, horlanmayı artık kocasına hükmediyor onu yönetiyor.

Gelecek aşk ve düşler!
Gelecek aşk ve düşler!

Cinsellik ve kadın!

Kadınların yaşadığı cinsel tatminsizlikteki büyük derinleşme, erkeklerin uğradığı güç, kuvvet, kudret kaybındaki büyük artışın göstergesi değil mi? Ya da erkekler çok mu baskı altında, ya da sürekli karşılaştırma konusu olmak onları yıldırıp pısırık mı yapıyor? Erkeğin kolu kanadı mı kırılıyor, yoksa rüzgarın yönü mü değişiyor? Geleneğin abartıları mı karşımızdaki, yoksa annelerin aşırı korumacı rolü mü erkekleri bu hâle getirdi?

Kadın okuyor, yazıyor, sorguluyor, hesap soruyor, kadın başkan, kadın genel müdür, kadın yıldız oluyor, kadın şampiyon oluyor. Fakat bunlar olurken, kadın anneliği, sevgiyi, şefkati, merhameti unutuyor. Güçlenen kadın daha acımasız, daha sömürücü, daha karmaşık hâle geliyor. Annelerimiz gibi bir paltoyu on yıl giyip aman sevdiğim adam yanımda olsun diye kadın mı kaldı? Kadın hayata erkekten daha bağlıdır, hayatı daha çok sever, rahatına daha düşkündür, standartlarının düşmesine dayanamaz ve bunun için her şeyi yapabilir. Daha hırslıdır, daha acımasız, daha duygusuz bir o kadarda korkak ve savunmasız.

Kadınlar gelirse BAŞA!

Kadın bir genelkurmay başkanı olduğunu düşünün inanın ki askerlik daha acımasız olurdu. Ya kadın bir Amerika başkanına ne dersiniz? Emin olun ki 3. Dünya savaşı çıkardı. Aman aman !!! Kadın hayırlı evlatlar yetiştirsin, evine baksın, gerekiyorsa çalışsın ama dünyayı bize bıraksın.

Birçok araştırma kadınların erkeklerden daha uzun yaşadığını gösteriyor. İş Dünya’sındaki aşırı stres ağır rekabet şartları, aile geçindirme derdi, gelecek kaygıları erkeğin ömründen çalıyor. Ayrıca erkeğin kan kaybı her gün daha da artıyor.

Çalışan kadının da işi zor, hem anne, hem ev kadını, hem iş kadını. Ama dalı kırılır, çiçeği solar, fazla yüklenmeyiz onlara. Sonuç olarak kadınların ömürleri ve sayıları artıyor. Bu durumun değerimizi arttırması gerekirdi, ama bize ihtiyaçları yok ki!

Yükselen kadın hayır mıdır şer midir bilinmez? Kadınlar sever mi yoksa hesap mı yapar ???  Ama kadın annedir, kadın aydır. Kadın anne olana kadar tehlikelidir ve  denize benzerler, bazen dalgalı bazen durgun. Kadınlar üzerene kendi içimde, bunca felsefeden sonra tekrar babamın ofisine döndüm. Yoğun düş mühendisliği faaliyetinden sonra babamın kahkahalarıyla derin bir kabustan uyanırmışçasına gözlerim birden açıldı. Aşkı bırakın da gelecekte var olabilecek miyiz?

semihbulgur.com

 

Semih Bulgur

l am a knowledge worker who works hard to make you informed about original knowledges from international sources!

Related Articles

Adblock Detected

Merhaba. Sitemiz yoğun bir emeğin ürünüdür! Sitede dolaşmak için lütfen Reklam Engelleyicinizi Kapatın. Please Close The Ads Protector.