Benim ürkek serçem | Ben öyle sanıyordum meğer vahşi bir kartalmış
Haydi uçur beni diyordu, benim ürkek serçem ve oysa onun kanatları vardı benim ise sadece asfaltı yakan lastiklerim… Ve İstanbul sokaklarını, adaları, işi gücü, sazı cazı, kalemi, kağıdı ve hatıraları buruşturup katlayıp arabanın bagajına attım ve gazladım.
Fatima’nın her hecesinde tekerlerim eriyordu, bir bakışında şanzımanım dağılıyor, dokunması ise patlama etkisi, yanımda atom parçalanıyor, egzoz alev atıyor, motorum sarıyordu.
Turneye hazırlık,
Böylece küçük Türkiye turnesi maceramız yolların, denizlerin, dağların şahitliğinde başlamıştı.
O anki huzur, muzur ve heyecanla öyle bir gazlamıştım ki bir saat sonra Anadolu’ya dalıvermiş neredeyse İzmit’e gelmiştik bile. Yolda pişmaniye ağaçlarını görünce canımız çekti ve durduk. Tarlada pamuk toplayan çiftçiler gibi ağaç dallarını eğip yumuşak yumuşak kartopu gibi pişmaniyeleri kutularımıza doldurduk.
Ve en sonunda hayatın gerçeği yani ödeme zamanıydı. Pişman olmadan yediğimiz pişmaniyelerin parasını ödeyip tekrar yola döndük. Arabam asfaltın üstünde ben bulutların üstünde ışınlanır gibi Bursa’yı geçtik, damağımızda tereyağlı nefis bir İskender tadıyla birlikte…
Benim ürkek serçem ile Türkiye turnesi! Ege yolunda,
Şeritler, dağlar, ağaçlar, evler ve insanlar geçiyordu, zaman geçiyordu bir tek heyecan, aşk ve kalbimde ki gümbür gümbür titreşim geçmiyordu. Efsanevi aşkımız henüz resmen başlamamıştı ama biz el ele, göz göze, diz dize kardeş kardeş sevişiyorduk sanki. Ve giriyorduk balıkların bile kıpırdamadığı camdan denizlerin ülkesine, egeye.
Egeye her türlü aşıktım, her tarafına sevdalıydım elbette… Ama bir de yanımda ege kadar güzel bir hatun olunca, keyfim daha da bir ağdalanıyor, zevkim daha da cilalanıyordu. Yollar akıp gidiyordu, kah arabada kah ormanlık deniz manzaralı molalarda, tatlanan bir muhabbet ve kanatlanan bir aşkla ilerliyorduk.
Her şeyi çöpe at,
Büyülenmiş, her şeyi unutmuştum işi gücü, sazı cazı, parayı pulu, efendiyi kulu. Hepsini kesip, biçip, parçalayıp geri dönüşüm kutusuna sallayıvermiştim.
Benim ürkek serçem ile ilk durağımız sarımsaklı oldu. Arabayı bir sokağa bırakıp turistleri, seyyar satıcıları, atları yarıp kendimizi denize attık. Saatlerce yüzüp denizde oynadıktan sonra bir sahil kafeteryasının duşunda, çaktırmadan denizin tuzlarından uzaklaştık. Ama kokusu, neşesi üzerimizde kaldı. Sokaklarda dolaşıyor bir şeyler içip eğleniyorduk. Devam edecek…
{“Son Cariye” adlı kitabımdaki “Arabalı Sokak Çocuğu Fatima” adlı öykümden alıntılar ( 07 ) }